Alman Gelin

Münih’teki en güzel günleri, ikinci sınıfta okurken tanıştığı Bertha ile başlamıştı. Sarı saçları ve mavi gözleri ile tipik bir Alman kızıydı. Ancak, dünyaya bakış açısı ve davranışlarıyla, sanki diğer Alman kızlarından farklıydı. Belki de kendisini ona çeken buydu. Almanya’nın önde gelen mimarlarından Helmut Thorwald’ın kızı olan Bertha da yabancılara, özellikle Türklere karşı bir önyargı yoktu. Ekonomi üzerine tahsil gören Bertha, edebiyat ve tarihe de meraklıydı. Bu özellikler ona babasından geçmiş olmalıydı. Yabancı kültürlere ve dünya tarihine meraklı olan babasının dünyada gezip görmediği ülke yok gibiydi. Özellikle Doğu ülkelerine, Çin ve Japonya’ya birçok defa seyahat etmişti. Türkiye de gezdiği ve beğendiği ülkeler arasındaydı. 

Bertha, onu ailesi ile de tanıştırmıştı. Babası Helmut Münih’in dışında geniş bahçeli villasında emekliliğin tadını çıkarıyordu. Annesi Maria cana yakın konuksever kişiliğiyle hafızasında yer etmişti. Kısacası, tanışır tanışmaz Orhan’ın kanı Thorwald ailesine ısınmıştı. Baba Thorwald ile tarih, politika ve Türk-Alman ilişkileri üzerine uzun uzadıya sohbet etmişti. Thorwald’ın bu konular üzerindeki görüşleri kendisini etkilemişti. Orhan, Herr Thorwald’ın bir Türk genci olarak kendisiyle bu konularda fikir alışverişine girmesinden memnunluk duyduğunu hissetmişti. Bu tanışıklıktan sonra, bir iki defa daha görüşmüşlerdi. 

Şimdi, yine Herr Thorwald ile görüşmeye gidiyordu. Bu görüşmenin, diğerlerinden farkı yanında Bertha’nın olmamasıydı. Ayrıca bu ziyaretin konusu da öncekiler gibi havadan sudan olmayacaktı. Can sıkıcı bir amacı vardı. İşte bu yüzden sıkıntılıydı. Söyleyeceklerine Herr Thorwald’ın nasıl bir tepki göstereceğini kestiremiyordu. 

Bertha, Thorwald ailesinin tek çocuklarıydı. Anne ve babası kızlarını çok seviyorlardı. Ama yine de Bertha, Alman geleneklerine uyarak 18 yaşından sonra ayrı bir eve çıkmıştı. Bertha, Ludwigstrasse’de bulunan Münih Üniversitesi’ne yakın bir sokak olan Eisenbahnstrasse’de bir apartmanın ikinci katında, tek odalı bir evde tek başına yaşıyordu. 

Başlangıçta Orhan bu durumu çok yadırgamıştı. Bekâr bir genç kızın aynı şehirde oturan ailesinden ayrı bir ev tutarak yaşamasına bir anlam verememişti. Bu sebeple Bertha’ya 

-Niçin ailenden ayrısın, ailenle birlikte yaşamak seni sıkıyor mu? diye sormaktan kendini alamamıştı. 

Ancak, Bertha’dan aldığı cevabı hiç beklememişti: 

-Niçin ailemle birlikte olmaktan sıkılayım? Elbette, ailemle oturmak benim için daha iyi olurdu. Ama, onlar beni ayırdılar. Şimdi evimin kirasını ve diğer giderlerimi kendim karşılamak zorundayım. Bu yüzden bursum giderlerimi karşılamadığımdan, hafta sonları da çalışmak zorunda kalıyorum, demişti. 

Oysa, Orhan Bertha’nın yalnız yaşamayı kendisinin istediğini sanıyordu. Bir hayli maddi varlığa sahip olduğunu bildiği Herr Thorwald’ların kızlarının okul masraflarını karşılamamalarına da hayret etmişti. En azından evinin kirasını ödeyebilir, böylece Bertha’nın hafta sonları çalışmaya ayırdığı zamanını derslerine vermesini sağlayabilirlerdi. Almanların cimri oldukları konusunda Türkiye’de birçok hikâye dinlemişti. Hattâ baba ile oğul birlikte bir restorana girdiklerini, ancak çıkışta ayrı ayrı hesap ödediklerini de duymuştu. Ancak, Almanların çok sevdikleri biricik kızlarından servetlerini esirgeyebileceklerini doğrusu hiç aklına getirmemişti. 

Orhan, baba Thorwald ile yalnız kaldığı bir sırada, bu konuyu sormadan edemedi: 

-Herr Thorwald izninizle size özel bir konuyu sormak isterim. Bertha’yı çok sevdiğinizi biliyorum. Ama anlayamadığım bir şey var. Siz çok sevdiğiniz kızınıza ekonomik anlamda hiç yardımcı olmuyorsunuz. En azından ev kirasını karşılasanız. Sizin maddi servetinizden fazla bir şey eksileceğini sanmam. 

Herr Thorwald bu soru karşısında şaşırmakla birlikte, gülümseyen gözlerle Orhan’a bakarak: 

-Ah hayır, Orhan hayır. Ben hiçbir zaman servetimi kızımdan üstün görmem. Benim malım mülküm, her şeyim zamanla onun olacaktır. Çünkü, ailenin tek mirasçısı odur. Ben 18 yaşından sonra, kızıma herhangi bir maddî yardımda bulunmuyorsam, servetimi çok sevdiğimden değildir. Ancak, onun kendi ayaklarının üstünde durmasını öğrenmesini istediğimdendir. 

Şimdi şaşırma sırası Orhan’a gelmişti. 

-Nasıl yani? 

-Demek istiyorum ki, 18 yaşına gelen bir insan yetişkin bir insandır. Bundan sonraki hayatının kararlarını kendisi verebilmeli ve kendi masraflarını kendi karşılamalıdır. Eğer, ben onun bazı masraflarını karşılayacak olursam, hayatın zorluk ve sıkıntılarını tam kavrayamayacaktır. Bu da onun yanlış kararlar almasına sebep olabilecektir. Ayrıca, kendine özgüvenini kazanamayacak ve hayatı boyunca başkalarının desteğiyle yaşamaya devam edecektir. 

İşte bu konuşmadan sonra Orhan, Almanlarla ilgili olarak birçok şeyi yanlış bildiğinin farkına vardı. Gerçekte, Almanlar cimri değil, fakat evlatlarının hayatın gerçeklerini görmeleri için koruyucu davranmaktan kaçınıyorlardı. Oysa, Türkler’de durum tam tersineydi. Türkiye’de ebebeynler çocuklarının sıkıntı çekmemesi için her türlü fedakârlığı yapmaktaydılar. Hatta bazen kendileri giymiyorlar, çocuklarına giydiriyorlar; kendileri yemiyorlar, çocuklarına yediriyorlardı. Fakat sonuç çoğunlukla hüsrandı. Aileden çalışmadan, kazanmadan almaya alışan çocuklar yetişkin olduklarında da bu alışkanlıklarını sürdürüyorlardı. Yorulmadan, ter dökmeden rahat yaşamak istiyorlardı. Bunlar aklına geldiğinde, niçin Almanların çalışkan millet olduklarını daha iyi anladığını fark etti. Türkler fedakâr insanlardı. Çocuklarına da bu fedakârlığın en büyüğünü yapıyorlardı. Ancak, hiç farkında olmadan da çocuklarına en büyük kötülüğü yapıyorlardı. 

Orhan’ın bindiği tren durakları birbiri ardına hızla geçiyordu. Duraklarda insanların bir kısmı iniyor, diğer bir kısmı biniyordu. Ama Orhan bunların hiçbirinin farkında değildi. Derin düşünceler içindeydi. Çok saygı duyduğu ve olgunluğuna hayran olduğu Herr Thorwald ile konuşacaklarına odaklanmıştı. Kafası onunla meşguldu. Söze nasıl başlayacaktı? Konuşmanın sonunda tepkisi ne olacaktı. Bilemiyordu. Bu yüzden sıkıntılıydı. Ama ne olursa olsun bu konuşmayı yapmak zorundaydı. Çünkü, Bertha’ya söz vermişti. 

Orhan’ın Bertha ile bundan iki sene kadar önce, üniversite kütüphanesinde tesadüfen başlayan arkadaşlıkları artık son bulacaktı. Oysa, Bertha ile iyi anlaşıyordu. İki yıl boyunca süren arkadaşlıklarında pek çok şeyi birlikte paylaşmışlardı. Her şey iyi gidiyordu. Ancak Mayıs ayında Bertha’dan beklemediği bir teklif aldı. Bertha beraberliklerini nikâhla taçlandırmak, yani evlenmek istiyordu. Orhan böyle bir şeyi düşünmemişti. Genelde, Alman kızları serbest yaşamayı severlerdi. Üniversite bittikten, belli bir iş güç sahibi olduktan sonra evlenmeyi düşünürlerdi. Ancak, Bertha farklı bir kızdı. Değişik bir yapısı vardı. Belki de kendisini ona çeken de buydu. Aslında, Orhan muhafazakâr bir aileden geliyordu. Almanya’ya tahsil için gelirken, Almanya’da bir kıza âşık olacağı söylense inanmaz, güler geçerdi. Çünkü, tahsil hayatından sonra evleneceği kızı Türkiye’den, kendi milletinden ve dininden kızların arasından seçmeyi düşünüyordu. Ama gönlün ferman dinlemediği bir daha ispatlanıyordu. Bertha’ya bal gibi âşıktı. Seviyordu. Ama tahsili bitmeden evlenmeyi düşünmüyordu. 

Bu yüzden, Bertha’nın evlenelim teklifi beklenmedik bir durumdu. Bertha ısrarlıydı. Ya evleneceklerdi, ya ayrılacaklardı. Bunun üçüncü bir yolu yoktu. Orhan, bir sene daha beklemesini, üniversiteyi bitirdikten sonra evlenmeyi teklif ettiyse de, Bertha diretiyordu. Bir an evvel evlenmek istiyordu. Orhan, Bertha’yı kaybetmek istemediğinden, teklifini kabul ettiğini, ancak öncelikle bu konuda anne ve babasının rızasını almak istediğini söyledi. Yaz tatilinde Türkiye’ye gittiğinde konuyu ailesiyle görüşecek, ondan sonra kesin kararını verecekti. Bertha bunu kabul etti. Böylece yazın Orhan Konya’ya döndüğünde konuyu ailesine açacak oldu. Ancak bu kolay olmayacaktı. 

Orhan’ın babası Osman otoriter bir insandı. Çevresinde sayılan ve sevilen bir insan olan Osman çocuklarını severdi. Orhan, Osman’ın üç oğlunun en küçüğüydü. Diğer çocukları okumamıştı. Ticaretle meşguldü. Baba Osman oğulları içinde Orhan’a özel bir düşkünlüğü vardı. Ancak, bunu dışa vurmamaya özen gösteriyordu. Mesela, Orhan’ın okul hayatı boyunca karnesi hep takdirle doluydu. Sınıfın, hatta bazen okulun birincisi oluyordu. Tüm bu başarılarına rağmen babası bir defa olsun sevinmemiş ve kucaklayıp tebrik etmemişti. Babası sadece karneye ve takdirnameye şöyle bir bakar ve sonra “aferin” demekle yetinirdi. Bu durum bir değil, iki değil, her defasında aynı şekilde cereyan etmişti. 

Hattâ, güreşe de meraklı olan Orhan bu alanda da şehir genelinde birincilik elde etmişti. Madalyasıyla birlikte gururlanarak babasının karşısına çıktı. Artık, buna babasının kayıtsız kalamayacağını, oğluyla gurur duyduğunu ifade eden kelimelerle takdir duygularını belirteceğine emindi. Fakat, babası yine kuru bir aferinle yetinmişti. Bu kadar olmazdı. Orhan babasından kuşkulanmaya başlamıştı. Nasıl bir babaydı? Diğer arkadaşlarının en ufak bir başarısında, babaları onları kucaklar sarmaş dolaş olurdu. Çocuklarını çeşitli hediyelere boğarlardı. Ancak Orhan, bir çocuğun çok zor gösterebileceği bir başarıyı babasına yaşatmıştı. Fakat ondan da aferinden başka hiçbir şey duymamıştı. Hatta babasının bu başarılara sevinip sevinmediğini bile bilemiyordu. Orhan, babasının duygusuz bir insan olduğuna kanaat getirerek için için ağlamıştı. Daha sonra, bunu anacığına sormuştu. Niçin babası başarılarına sevinmiyordu? Kendisine sarılmıyordu? Başarılarıyla övündüğünü söylemiyordu. Niçin? Niçin? Annesi, oğluna yanıldığını, babasının onunla gurur duyduğunu, kendisinin olmadığı meclislerde, konu komşuya, akrabalarına başarılarını methede ede bitiremediğini söylemişti. Babası başarılarından dolayı oğlunun şımarıp kendini koyuvermesinden korkuyordu. Bu yüzden oğluna duygularını belli etmek istemiyordu. İşte Orhan’ın babası böyle otoriter biriydi. 

Orhan üçüncü sınıfı bitirip yaz tatili için Konya’ya evine geldiğinde, bir Alman kızına âşık olduğunu ve onunla evlenmek istediğini babasına söylemesi kolay olmadı. Konuyu önce annesiyle konuşmalıydı. Ancak bu da zor bir meseleydi. Annesin de aklında onun bir Alman kızıyla evlenebileceği ihtimali yoktu. Bu yüzden konuyu annesine de açmak kolay olmayacaktı. Tatil günleri annesine konuyu açmak için uygun bir fırsat kollamakla geçti. Fakat, bir türlü açılamıyordu. Nihayet tatilin bitmesine birkaç gün kala, bütün cesaretini toplayarak meseleyi annesine açabildi. Annesi başlangıçta karşı çıktı. Oğlunun eve bir Alman gelin getirmesini istemiyordu. Fakat, Orhan ısrarlıydı. Bertha olmazsa, başka biriyle evlenmeyecekti. Sonunda annesi onu kabullendi. Madem ki, oğlu çok istiyordu, o zaman onun hatırı için katlanacaktı. Ancak, babası buna ne diyecekti? Orhan, annesinden Alman geline babasını ikna etmeye yardımcı olmasını, konuyu önce onun açmasını rica etti. Ancak, anası buna yanaşmadı. Bu konuyu kendisinin halletmesini söyledi. 

Orhan, bir Alman kızını sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini söylemek için babasının uygun bir zamanını kollamaya başladı. Nihayet, uygun gördüğü bir anda, babasının yanına giderek bir süre havadan sudan konuştu. Ancak, bir türlü konuyu açamıyordu. Sıkıntılı bir hâli vardı. Babası onun bu durumu sezmiş olacak ki, 

-Oğlum bana söylemek istediğin bir şey mi var? diye sordu. 

-Evet, bir mesele var size söylemek istediğim. 

-De bakalım. 

-Şey, ben Almanya’da evlenmeye karar verdim. 

-Sakın Alman kızı demeyesin. Böyle bir şey olursa, beni görme! Hattâ ölürsem, cenazeme de gelme! Ben seni Almanya’ya okumaya gönderdim. Gelin getirmeye değil. Söyle bakalım kimmiş evleneceğin kız? 

Artık Orhan için söyleyecek bir şey kalmamıştı. Çünkü, babasının huyunu bilirdi. Az konuşur, öz konuşurdu. Bir karar verdi mi, onu kararından döndürmek mümkün değildi. Babası söyleyeceğini söylemişti. Üzerine gitmek yarar sağlamazdı. Böylece konu açılmadan kapanmış oldu. Orhan sadece, 

-Yok baba, yok bir şey, demekle yetindi. 

Orhan, ailesinde bir Alman geline yer olmadığını anlamıştı. Bir yol ayrımındaydı. Ya ailesi, ya da Bertha. Bu ikisi arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Anlaşılan ikisine birden sahip olması imkânsızdı. İkisinden birini tercih etmek kolay değildi. İkisi de kendisi için değerliydi. Konya’daki günleri bu iki tercihten hangisini seçmesi gerektiği konusundaki ikilem içerisinde düşünmekle geçiyordu. Bir tarafta, kendisini büyütüp yetiştirip Almanya’ya tahsile yollayan babası, diğer tarafta Almanya’da tanıştığı ve hayatının geri kalanını birlikte geçirebileceği Bertha vardı. Ne yapacağını bilemiyordu. Artık yemekten içmekten kesilmişti. Ama Almanya dönüşü öncesinde bir karar vermek zorunda olduğunu biliyordu. Gönlü Bertha’dan, aklı babasından yana tercih kullanmasını söylüyordu. Bu düşünceler, kafasının içinde devamlı birbiriyle mücadele etti. Bazen bir karara varıyor, fakat daha sonra bu kararını değiştiriyordu. Müthiş bir ikilem içerisinde kalmıştı. Mücadele uçak Münih havaalanına konmak üzere olduğu son dakikaya kadar devam etti. Sonunda duygularının değil, aklının sesini dinlemeye karar verdi. Bertha’dan vaz geçecekti. Ailesinden ayrılamazdı. 

Havalanında elinde çiçeklerle gülümseyen yüzle Bertha kendisini karşılamaya gelmişti. Ancak, Orhan’ın yüzü hiç gülmüyordu. Bertha, onun yüz ifadesinden, ailesinin bu evliliğe onay vermediğini anlamıştı. Birlikte havaalanında bir kafede oturarak sohbet ettiler. Orhan, babasının evliliğe kesin bir dille karşı çıktığını anlattı ve ailesinden vaz geçemeyeceğini üzüntüyle dile getirdi. Bertha hıçkırıklara boğulmuş ağlıyordu. Ama yapacağı bir şey yoktu. Orhan kararını vermişti. Onu kararından döndürmesi mümkün değildi, babasından vazgeçmesini söylemeye de hakkı olmadığını biliyordu. Ya kendi babası? Bertha kendi babasına ne diyecekti? Babası, kendisinin Orhan’ı sevdiğini, onunla evlenmek istediğini biliyordu. Bu ilişkinin bittiğini babasına nasıl anlatacaktı? Bu yüzden Orhan’a: 

-Bu duruma babam da üzülecek. O da seni seviyordu. Ona bu durumu nasıl anlatacağım? diyordu. Orhan: 

-Merak etme sen, ona bu durumu kendim söyleyeceğim. O işi bana bırak. Dedi. 

İşte Orhan, Bertha’ya verdiği bu söz üzerine Herr Thorwald’ın evine gidiyordu. Yol boyunca düşündüğü, kendisini sıkıntıya sokan mesele buydu. Bir taraftan Bertha ile ilişkilerini koparmak ve diğer taraftan bu konuyu Bertha’nın babasıyla konuşmak durumunda olması kendisini sıkıyordu. Bu yüzden trende etrafındaki yolcularla ilgilenmiyor, sadece kendi kendisiyle hesaplaşıyordu. Acaba Bertha’dan ayrılma konusundaki kararı doğru muydu? İleride pişman olacak mıydı? Bunu kestirecek durumda değildi. Ama bildiği tek şey, duygularına değil, aklının sesine kulak verdiğiydi. Bu kararının doğru olup olmadığını ise zaman gösterecekti. 

Nihayet tren Hochbrücke istasyonuna gelmişti. Orhan ağır adımlarla trenden inerek, Thorwald ailesinin iki katlı ve geniş bahçeli evlerine doğru yürümeye başladı. Herr Thorwald her ne kadar olgun, ileri görüşlü bir insan ise de, kızını çok seviyordu. Kızının kendisini deliler gibi sevdiğini biliyordu. Şimdi bu ilişkiyi bitirmek istediğini söylediğinde, ne tepki verecekti? Elbette, normal karşılamayacaktı. Bir erkeğin hangi kızla evleneceği kararının, anne babasına değil, kendisine ait olması gerektiğini söyleyecekti. Bertha’yı seviyorsan, başkası sana karışmamalı diyecekti. Belki kendisine kızacak, ağır sözler de söyleyecekti. 

Her ne söylerse söylesin, Herr Thorwald’ın kızının üzülmesine sebep olan bir gence kararını anlayışla karşılıyorum demeyeceği kesindi. Öyleyse niçin bu görevi üstlenmişti? Bertha’yla ilişkilerinin bittiğini babasına söylemek zorunda mıydı? Bu işe hiç kalkışmamalıydı. Bu konuyu Bertha’nın kendisine bırakmalıydı. Ama, öyle olmamıştı. Durup dururken bu görevi üstlenmiş, kendisini sıkıntıya sokmuştu. Bunu niçin yapmıştı? Belki de kendinde bir suçluluk duyuyordu. Salt babası istemiyor diye, Bertha’dan vazgeçmek durumunda kalması kendini rahatsız ediyordu. Böyle zor bir görevi üstlenmekle, belki de vicdanını rahatlatmak istemişti. Belki son defa Bertha için bir şeyler yapmak istemişti. Bilemiyordu, ama bir şekilde bu görevi üstüne almıştı. Gereğini yerine getirmeliydi. 

Kapıyı annesi Maria açtı. Kendisini buyur edip salona aldı. Gelmeden önce telefon ettiği için kendisini bekliyorlardı. Birazdan salona Herr Thorwald da geldi. Selamlaşma ve hâl hatır sorma faslından sonra, Orhan konuya girdi. Kelimeleri dikkatli seçerek, Bertha ile ilişkilerinin artık bittiğini, birbirlerinden dostça ayrıldıklarını anlattı. Bu konuda özellikle, babasının katı prensipleri olduğunu, kendisinin Türk’ten başka bir milletten bir kızla evlenmesini istemediğini, evlendiği takdirde de kendisini aile arasında görmek istemediğini söyledi. Orhan konuşmasını bitirdiğinde odaya derin bir sessizlik hakim oldu. Bu, fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Herr Thorwald düşünceli görünüyordu. Her hâlinden böyle bir sonuç beklemediği belli oluyordu. Orhan, Herr Thorwald’ten gelebilecek her türlü sert tepkiye kendisini hazırlamıştı. Sessiz ve ihtiyatlı bir şekilde Herr Thorwald’ın söze başlamasını bekliyordu. Nihayet Herr Thorwald konuşmasına başladı: 

-Orhan, kızımla yollarınızı ayırmanıza elbette çok üzüldüm. Buna rağmen, babanı tebrik etmek istiyorum. Kendisini tanımıyorum, sen de bana ondan fazla bahsetmedin. Ama seni, Bertha ile evlenme kararından caydırmasından, çok akıllı bir insan olduğunu tahmin edebiliyorum. Babanın bu kararı doğrudur. 

Orhan şaşırmıştı. Herr Thorwald’ın kendisine göstereceği tepkiler hususunda her ihtimali düşünmüştü. Ama onun kızından vazgeçirdiği için babasını tebrik edeceği hiç aklına gelmemişti. Yoksa, babasıyla alay mı ediyordu? Ama konuşma tarzında hiç de alaylı bir ifade yoktu. Herr Thorwald bunları büyük bir ciddiyetle samimi bir şekilde söylemekteydi. Orhan aklından bunları geçirirken Herr Thorwald konuşmasına devam ediyordu: 

-Bertha ile sen çok gençsiniz. Gençlikte insan birçok gerçeğin farkına varamıyor. Belki bu günlerde ikiniz de birlikte olmaktan çok büyük mutluluk duyuyorsunuz. Bir araya geldiğinizde her şeyi unutuyor, kendinizden geçiyor olabilirsiniz. Ama yıllar geçip insan yaşlanmaya başlayınca, gençlikteki duygu ve düşüncelerdeki öncelikler de değişiyor. 

Orhan yanılmamıştı. Herr Thorwald’ın sözlerinde alay yoktu. Ciddî bir şekilde konuşuyordu: 

-Özellikle kırk beşini geçtikten sonra, insanları kan çeker. Bunu yaşlandıkça hem kendimde ve hem de çevremdeki insanlarda gözlemledim. Sanki insanın genlerinden gelen bir takım özellikler, zamanla duygu ve düşüncelere hakim olmaya başlıyorlar. Yaşlandıkça insanlar kendi milletinden ve kültüründen olanlarla daha yakın olmak istiyorlar. Gençlikte pek önemsenmeyen millî kültür, dil, din ve örf adet gibi konular önemli olmaya başlıyor. Bu yüzden ileri yaşlarda insanlar kendi soydaşlarıyla birlikte olmaya daha çok eğilimli oluyorlar. Baban bütün bunları bildiği için senin kendi milletinden biriyle evlenmeni istiyor. Oysa Bertha bir Alman ve bir Hristiyan. Sen ise Türk ve Müslümansın. Bertha ile evlendiğinizde, daha kötü bir durum ortaya çıkacaktır. O da çocuklarınızın millî kimlik problemidir. Çocuklarınız Alman ve Türk milliyetleri arasında bocalayacaklardır. Böylece mutlu başlayan evlilikleriniz, sorunlu bir geleceğe doğru yol alacaktır. 

Orhan, Thorwald ailesinin evinden çıktığında, dışarıda hâlâ yağmur yağıyordu. Fakat, Orhan eskisi kadar sıkıntılı olmamakla birlikte, karmaşık duygular içindeydi. Bir taraftan Bertha’dan ayrılmanın acısını yüreklerinin derinliklerinde hissediyor, diğer taraftan bu acının başka ayrılık ve mutsuzlukların önüne geçmenin bedeli olabileceğini düşünerek teselli bulmaya çalışıyordu.

Kardeş Kalemler Dergisi, Haziran 2013 Sayısı, s. 61-65

Bir cevap yazın

Your email address will not be published / Required fields are marked *

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.