Kazak Gençler Bilgi Yarışması ve Düşündürdükleri

9 Şubat 2018 tarihinde katıldığım Kazak Gençler Bilgi yarışması beni hem sevindirdi, hem duygulandırdı. Gençlerin bilgi ve teknolojiye yönelerek böyle bir organizasyon gerçekleştirmesi sevindiricidir. Çünkü bu, toplumun geleceği olan gençlerin ileriye yönelik olarak bir arayış içinde olduğunun göstergesidir.

Gençlik değişim demektir. Dinamizm demektir. Dinamik bir gençlik durağan toplumların itici gücü olarak görev görür.  Bu sebeple gençlerin bilgi yarışması ve daha önce kendi imkanlarıyla yapmış oldukları çeşitli organizasyonlar toplumun geleceği açısından ümit vericidir. Demek ki, Metehan Alim’in başkanlığında bugünkü gençlikte ilme ve bilime doğru bir yöneliş ve arayış mevcuttur.  Bu hareket yılmadan yoluna devam ederse ve doğru metot ve yöntemler belirlerse, toplumu da ileriye taşıyacaktır.

Metehan Alim

Duygulandım dedim, çünkü beni bundan yaklaşık 40 sene önceki gençlik yıllarıma götürdü. Tabii biz de zamanında gençtik. Bizim de kendimize göre gençlik hareketlerimiz vardı. Hatta bu hareketlerimizden birisi de Kazak Türkleri Vakfı’nın kuruluşuna vesile olmuştu.

Çin Halk Cumhuriyeti’nde Deng Xiaoping iktidara geldikten sonra 1978’de büyük bir değişim hareketini başlatarak ülkenin kapılarını ardına kadar dünyaya açmıştı. Bunu, Türkiye Kazak toplumunda ilk değerlendiren Mansur Teyci oldu.  Türkiye Kazaklarının göç liderlerinden Hüseyin Teyci’nin oğlu Mansur Teyci Doğu Türkistan’a gitti ve akrabalarını buldu.

Aslında Mansur Teyci’nin Çin kapılarını açar açmaz uçağa binip oraya gitmesi büyük bir cesaret işiydi. Çünkü, o yıllar sosyalist blok ile kapitalist blok arasında soğuk savaşın bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü yıllardı. İki taraf da birbiri aleyhinde koyu bir kara propaganda yapmaktaydı. Mansur Teyci’nin, o dönemin yoğun propagandalarına inanırsak, Kızıl Çin’e gidişinin bir dönüşü olmayabilirdi.  Ama vatan özlemi, akraba özlemi her şeyin üstündeydi. Mansur Teyci bu riski aldı ve sonuçta başardı.

Türkiye Kazaklarının ataları Doğu Türkistan’dan Taklamakan Çölü ve Himalaya Dağları’nı aşarak Hindistan ve Pakistan üzerinden Türkiye’ye ulaşacak göç hareketini 1938’lerde başlatmışlardı. 1938’den 1978’de kadar geçen 40 yıl zarfında Türkiye Kazakları anavatandaki akrabalarından hiçbir haber alamamışlardı.  Dolayısıyla oradaki akrabalarından ölmüş olduklarını varsaymaktaydılar. Öte yandan Doğu Türkistan’daki akrabaları da hür dünyaya hicret eden akrabalarından haber alamadıklarından hayatlarından ümitlerini kesmişlerdi.

İşte böyle bir durumda Mansur Teyci Doğu Türkistan’a giderek oradaki tüm akrabalardan haberler getirdi. Böylece o akrabalar arasındaki ilk irtibatı sağlamıştı. Çok iyi hatırlarım, Mansur Teyci seyahatinden döndükten sonra birkaç ay boyunca evi sabah akşam gelip giden insanlarla dolup taşıyordu. Herkes akrabalarından haber almak istiyordu. Görüp görmediğini soruyordu. Sonuçta oradaki akrabaların çoğunun hayatta olduğu öğrenilmişti. Böylece Doğu Türkistan  ile Türkiye arasındaki akrabalık ziyaretleri ve mektuplaşmaları başlamıştı.

Fakat bir sorun vardı. Oradan gelen mektuplar Ahmet Baytursun yazısı dediğimiz Arap harfleriyle Kazakça yazılıyordu. Türkiye’de yaşlı birkaç kişi dışında bu yazıyı okuyup yazan yoktu. Kazaklar akrabalarından gelen mektupları okuyacak ve sonra cevap yazacak birilerini arıyorlardı. Bizim de akrabalarımız vardı. Gelen mektupları yaşlı dedemiz Hacı Hamza İnan’a okutuyor ve birkaç gün sonra da cevabını yazıyorduk.

Hacı Hamza İnan Yahya Mollaoğlu

Tabii taşıma suyla değirmen dönmezdi. 1979 senesinde 18 yaşında bir genç olarak bu yazıyı öğrenmeye karar verdim. Ama nasıl öğrenecektim? İlk adım olarak işe, ona benzeyen bir yazı sistemi olan Osmanlıcadan başladım. Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’na giderek Osmanlıca Okuma Anahtarı diye bir kitap satın aldım. Bunun üzerinde kendi kendime çalışarak Osmanlıca okuma ve yazmayı öğrendim. Ama sorun yine çözülmemişti. Çünkü Ahmet Baytursun yazısı Osmanlıcadan farklıydı. Birkaç noktayı bir türlü anlayamamıştım.

Bir gün belediye otobüsünde üniversiteye giderken eskiden anavatanda öğretmenlik yaptığını duyduğum Zalebay Teyci büyüğümüze rastladım. Kendisine Ahmet Baytursun yazısı bilip bilmediğini sordum. Bildiğini söyleyince “Bana öğretir misiniz?” diye sordum. “Çok sevinirim. Hatta bugüne kadar bu yazıyı öğrenmek isteyen bir genç çıkmadığı için üzülüyordum” dedi. Böylece sözleştik ve hafta sonunda büyüğümüzün evine gittim.  Dolabından Kazak milli şairi Abay Kunanbayoğlu’nun Arap harfleriyle yazılmış bir şiir kitabını çıkardı. Ben de o kitap üzerinden anlayamadım hususları sordum  ve öğrendim. Bu bir günlük ders bana yetmişti. Artık Arap harfleriyle Kazakça okuma ve yazmamın önünde hiçbir engel kalmamıştı.

Ondan sonra memleketteki akrabalarımıza mektupları kendim yazmaya başladım. Zaman içinde sadece kendi aile mektuplarımızı değil, konu komşunun mektuplarını da yazar olmuştum. Burada ayrıca şunu da belirtmek isterim ki, Ahmet Baytursun yazısını öğrenmemin üniversite eğitimimde de yararı oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde Elektronik tahsilimi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde tarih okurken, karşıma ders olarak Osmanlıca’nın çıkması beni şaşırttığı gibi sevindirmişti de. Kendi kendime daha önceden öğrendiğim için yüksek notlarla geçtim. Ayrıca hocalarım Osmanlıca yazımı da çok beğenirlerdi. Ee ne de olsa, mektup yaza yaza Arap harflerine elim çok alışmıştı. Özene bezene güzel de yazardım. Neyse biz konumuza dönelim.

Daha sonra kendi akranım gençlerden de bu yazıyı öğretme talepleri gelmeye başladı.  Bunlardan biri Ahmet İmren idi.  Hatta bunun için amcası Abdülhak İmren’den yeni yaptırdığı apartman da bir oda tahsisini de sağlamıştı. O zamanlar böyle bir kurs için yer tahsis edecek Kazak dernek ve vakıfları yoktu.

Böylece Abdülhak İmren büyüğümüzün tahsis ettiği bir odada Kazakça yazı dersleri vermeye başladım. Bu kursa devam edenler arasında bugün Kazak Türkleri Vakfı Yönetim Kurulu üyesi olan Abdülvahap Kılıç da bulunuyordu. Daha sonra bizim yazı kursumuz Kazak tarihi ve kültürü üzerine de genişledi. Bunun dışında İngilizce ve matematik gibi üniversiteye hazırlıkta faydalı dersler de verildi.

Bir günü çalışmalarımızı izlemeye gelen Abdülhak İmren aksakal bu durumdan çok memnun oldu ve “Bizim gençler için bu tip kültürel faaliyetleri daha rahat yapabilmeleri için bir dernek veya vakıf kurmamız lazımmış” dedi. Hemen harekete geçti ve 1980 yılının başlarında bir kış günü İstanbul’daki kazak büyüklerini evinde topladı. Bizim faaliyetlerimizden bahsederek gençlerin Kazak dili, kültürü, örf ve adetlerini öğrenmeleri ve devam ettirebilmeleri için bir vakıf kurmayı teklif etti. Onun bu teklifini toplantıda bulunanlar büyük bir coşkuyla kabul ettiler ve vakıf kurma çalışmaları başladı. Ancak 1980’de 12 Eylül darbesinin vuku bulması, sıkıyönetim ilan edilerek her türlü toplantıların yasaklanmasıyla bu çalışmalar akamete uğradı. Ancak demokrasiye geçildikten sonra 1985’te bu çalışmalar kaldığı yerden tekrar ele alındı. Bir çok toplantılardan sonra Kazak Türkleri Vakfı 1986 yılında kuruluşunu resmen tamamladı.  O gün bu gündür Kazak topluluğuna hizmet vermeye devam ediyor.  1997’de dönemin Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Prof. Dr Tansu Çiller’in de katılımıyla bugünkü beş katlı hizmet binasının açılışı gerçekleşti.

Kazak Türkleri Vakfı Kuruluş Senedi

İşte böylece bizim bir grup gençlerle başlattığımız kültür hareketi bir büyük kurumun Kazak Türkleri Vakfının kuruluşuna vesile olmuştu. Aradan 40 sene kadar geçtikten sonra gençlerin kültür ve bilgi üzerine çalışmalar yapması belki de toplumda daha yeni oluşumların ortaya çıkmasına vesile olacaktır.

Geriye dönüp baktığımızda bugünkü gençlerin bizim zamanımıza göre çok daha büyük imkanlara sahip olduğu görülmektedir. Kazak kültürü ve bilim ve teknoloji hususunda kendilerine destek olacak önemli kurum ve kuruluşlar ile teknolojik imkanlar mevcuttur.

Birincisi, günümüzde sadece İstanbul’da Kazak Türkleri Vakfı, KATEAD ve Hoca Ahmet Yesevi İlim irfan Vakfı gibi üç önemli STK mevcuttur.  Nitekim bu üç STK’nın başkan ve yöneticileri bilgi yarışmasında gençlere destek vermek amacıyla salonda hazır bulunmuşlardır. Hatta gençlerin bu bilgi yarışmasına bazı hazırlık safhaları Kazak Türkleri Vakfı binasında yapılmıştır. Bunun dışında Niğde Konya ve Manisa gibi illerde de Kazak STK’ları bulunmaktadır. Bunlar elbette gençlere faaliyetlerinde seve seve destek olacaklardır. Nitekim olmaktadırlar.

İkincisi, bugün Zeytinburnu’nda belediyenin kültür faaliyetleri için tahsis edilmiş salonları bulunmaktadır.  Nitekim bilgi yarışması da bu salonlardan birinde yapılmıştır. Bizim dönemimizde Zeytinburnu Belediye olmadığı gibi, bu tip kültürel faaliyetler için belediye salonları da yoktu. Onun için bu tip faaliyetler için düğün salonları kiralanırdı.

Üçüncüsü, 1991’de bağımsızlığını kazanan Kazakistan Cumhuriyeti Kazak tarihi ve kültürü üzerine gençlerin en önemli destekçileri arasındadır. İstanbul’daki Kazakistan Başkonsolosluğu ve Ankara’daki Elçilik ve Astana’daki Dünya Kazakları Cemiyeti önemli kültürel proje ve faaliyetler için destek vermektedir.

Dördüncüsü ve son olarak günümüzün bilgisayar ve internet teknolojisi kültür ve bilgi araştırmalarında gençler için büyük imkanlar sağlamaktadır. Bu teknoloji verimli kullanılmadığı takdirde, yani ölçüsüz bir şekilde oyun, dizi ve filmler için kullanıldığında gençlerin vaktini çalmakta ve bilgiden yoksun bırakmakta, hatta uzun süre bilgisayar başında hareketsiz kaldıkları için sağlıklarının bozulmasına sebep olmaktadır. Ama bilinçli bir şekilde kullanıldığında, yani bilgi edinme, kariyer geliştirme, yabancı dil öğrenme amaçlı olarak bu teknolojiler oyun ve vakit geçirme dışında daha fazla kullanıldığında gençlerin parlak geleceğe götürecek altyapılarının oluşmasını sağlamaktadır.  Ayrıca sosyal medya ve vblog araçlarıyla fikir ve faaliyetlerini geniş kitlelere duyurabilmelerine fırsat vermektedir.

Tüm bunların yanısıra toplumun tüm katmanları arasında bir koordinasyon olduğu zaman girişimler ve çalışmaların başarıya ulaştığı da unutulmamalıdır. Gençliğin büyüklerin tecrübelerinden ve STK’ların imkânlarından mahrum çalışmalarının ve aynı şekilde STK’ların da gençlerin enerjisinden mahrum faaliyetlerinin kalıcı bir sonuca ulaşması pek mümkün olmamaktadır. Bu katmanlar birbirleriyle dayanışma ve destek içinde oldukları takdirde başaramayacaklar iş, üstesinden gelemeyecekleri bir engel yoktur.

Bilgi yarışması düzenleyen genç kardeşlerimizi tekrar kutluyor bu girişimlerinin toplumda yeni oluşumlara ve dinamiklere vesile olmasını temenni ediyorum.

Prof. Dr. Abdulvahap Kara