TÜRKİSTAN TÜRKLERİNİN KURTULUŞ SAVAŞI’NA VE CUMHURİYET’E KATKILARI
1908 İkinci Meşrutiyet’ten sonra Türkiye ile Rusya’daki Türk aydınları arasında fikir alış verişi de hızlanmış[2] ve Türkistan Türkleri arasında Türkiye’ye olan ilgi ve sevgi tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir biçimde artmıştı. Bu durumu Türkistan Türklerinin Türkiye’ye Balkan Savaşı’ndan Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar olan sıkıntılı dönemde yardımcı olma ve onun hayatta kalmasını sağlama gayretlerinden açıkça görmek mümkündür.
Türkistan Türklerinin Anadolu Türklerine çeşitli şekillerde vermeye çalıştığı yardım ve destekleri,
I. Askeri yardım,
II. Para yardımı,
III. Fikri veya siyasi destek
olarak üç başlık altında incelemek mümkündür.
I. Askeri Yardım:
Türkistan Türklerinin her ne kadar Türkiye’nin düşmanlarıyla yaptığı silahlı mücadeleleri desteklemek üzere düzenli bir ordu gönderme imkânları olmadıysa da, savaşa ferdi katılımlar olmuştur. Bilhassa hacca giden Türkistanlıların hacca giderken veya dönüşte Türkiye’nin saflarında tereddüt etmeden savaşa katıldıklarını görüyoruz.
Bu konuda en eski kayıt 1788 Osmanlı-Rus savaşına kadar uzanmaktadır. Arşiv kayıtlarına göre, Hicri 1202 ramazan (1788 haziran) ayında Türkistanlı Mehmed Bahadır, Hokand’dan hac niyetiyle yola çıkar. Erzurum’a geldiğinde Osmanlı’nın savaş için asker topladığını işitir. O sırada I. Abdülhamid Rusya’ya harp ilan etmiştir. Bunun üzerine hacca gitmekten vazgeçen Mehmed Bahadır 4 arkadaşıyla beraber savaşa katılmaya karar verir. Başbakanlık Devlet Arşivindeki belgelere göre, Mehmed Bahadır Divan-ı Hümayun’a müracaat ederek savaşmak için 5 at, 5 kılıç, 3 tüfek ve azık verilmesini ister[3].
Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında da Hac için Mekke ve Medine’de bulunan Türkistanlı Hacılar ile talebelerden bazıları gönüllü olarak Osmanlı ordusuna katılmışlardır. Türkiye’ye yakınlık özellikle Balkan harpleri sırasında kendisini belli etmiştir. Kazan Türklerince Hilal-i Ahmer’e çokça para yardımı yapıldığı gibi, Türk ordusunda hizmet görmek üzere gönüllü asker ve hemşireler de gitmişti[4].
Bundan başka 1912 senesinde Medine’de tahsilde bulunan 400 kadar genç Balkan muharebesine gönüllü katılmak üzere İstanbul’a gider ve Edirne düşmandan geri alındıktan sonra Medine’ye geri dönerler[5]. I. Dünya Savaşı sırasında Medine’de Osmanlı ordusuna gönüllü katılmak isteyen Türkistanlılar ayrıca beş Osmanlı altını vermişlerdir. Niçin böyle yaptıkları sorulunca, Arapların Türkistanlılar aç kaldıklarından dolayı Osmanlı ordusuna katıldığını zannetmemeleri için böyle bir tedbir aldıklarını söylemişlerdir. Bu suretle 51. Alay’a gönüllü kaydolan Türkistanlılar Avali harbine iştirak etmişlerdir[6].
I. Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Türkiye’ye askeri yardımın ilginç bir şekli Kadı Abdürreşid İbrahim Efendi tarafından gerçekleştirildi. Kadı Abdürreşid Almanya’ya esir düşen Rusya Türklerinden (Kazan Türkleri ve Başkurtlardan) İngilizler ve gerekirse Ruslara karşı da savaşmak üzere gönüllü kıtalar topladı. Bunlardan bir tabur (Asya taburu) Irak cephesinde savaşmak üzere Türkiye’ye geldi ve Irak cephesinde bir çok şehit verdiler[7].
Bir grup Türkistanlının hac dönüşü Kurtuluş Savaşı’na da katıldığını görmekteyiz. Mekke ve Medine’de hac ibadetini tamamlayarak Türkistan’a dönmekte olan 40 kadar hacı Çukurova’da iken I. Dünya Savaşı başlar ve yurtlarına dönemeyip orada kalırlar. Harp esnasında burada bazı işlerde çalışarak geçimlerini temin ederler. Osmanlının savaşta yenilmesi üzerine Çukurova Fransızlar tarafından işgal edilir. Türkistanlılar Tarsus’ta Fransızlara karşı ilk silahlı mücadeleyi başlatanlar arasında yer alırlar. Türkistanlılardan Hacı Yoldaş başkanlığındaki grup, karakol basarak, trenlere saldırarak Fransızlara zarar verdirir. Daha sonra Kavaklıhan cephesi kumandanı Zeki Baltalı’ya müracaat ederek, Türk ordusuna katılırlar. Grup kumandanı Halil Süllü’nün emrinde Fransızlara karşı çarpışan 26 Türkistanlıdan 16 sı şehit düşer[8].
Azeri Türkleri ise Kurtuluş Savaşı’na kendi bağımsızlıkları pahasına askeri yardım sağlamak istemişlerdir. Azerbaycanlı ilim adamı Prof. Vagıf Arzumanlı’nın Bakü’de 1998 senesinde yayınlanan makalesinde belirttiğine göre, 28 nisan 1920’de Azerbaycan Parlamentosu hakimiyeti bolşeviklere vermeyi kabul ederken koyduğu şartlardan birisi Rus ordusunun Bakü’ye girmeden önce demiryolu vasıtasıyla Anadolu’nun yardımına gitmesi idi[9]. Bu hakikatin TBMM Gizli celse zabıtları ile Polonyalı araştırmacı Tadeusz Swietochowski’nin eserinde de teyit edildiğini görmekteyiz[10]. Bu durum Azeri Türklerinin kendileri bağımsızlıklarını kaybetseler bile, Türkiye’nin bağımsız yaşamasını istediğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak Ruslar kabul ettikleri bu şartı yerine getirmediler.
Türkistan Türklerinin 1914-1917 yılları arasında Kafkas cephesinde Ruslara esir düşen Osmanlı subay ve askerlerine yaptıkları yardımları da, dolaylı da olsa Kurtuluş Savaşı’na askeri yardım olarak görebiliriz. Zira bu askerlerden yurda dönenlerden bir çoğu daha sonra Kurtuluş Savaşı’na katılmışlardır.
29 Ekim 1914 ‑ 15 Aralık 1917 arasında Kafkas cephesinde Ruslara yaklaşık 60 bin Osmanlı subay ve askeri esir düşer[11]. Bu esirlerin büyük bir kısmı Hazar Denizi’nde Bakü’ye yakın Nargin adası ile Kuzey ve Güney Kafkasya’ya nakledilmişlerdir. Bunlar 1918’de Güney Kafkasya’ya giren Osmanlı ordusu tarafından kurtarılarak Türkiye’ye getirilmiştir[12]. Ancak henüz Moskova’nın kontrolüne tam olarak girmemiş Sibirya’da bulunan 9 bin kadar Türk esirini kurtarma girişimleri sonuçsuz kalmıştır[13].
Çok zor şartlarda yaşamaya mahkum edilen bu esirlerin büyük bir kısmına Rusya Türkleri sahip çıkarak, yardım etmişlerdir[14]. Bunun için Moskova, Petrograd, Kazan, Ufa ve Orenburg’da özel komiteler teşkil edildi[15]. Rusya müslümanlarının Moskova’da 1-11 Mayıs 1917 tarihinde yapılan ilk genel toplantısında da Türk esirlerinin içinde bulunduğu zor durum görüşüldü. Kurultay bu hususu Rusya Harbiye bakanı Kerensky’ye telgraf çekerek bildirdi[16]. Esirlerden yaklaşık 1000 kadarı kendi çabaları ve Türkistanlıların yardımıyla Afganistan üzerinden Türkiye’ye dönmüştür[17].
Türkiye’ye dönen esirlerden biri olan Tahsin İybar, hatıratında “Ruslar Sibirya’daki kampta esirlere geniş Rus topraklarından çıkamazsınız demişlerdi. Buna rağmen Rus topraklarından çıkmaya muvaffak olduk. Çünkü bize Türkistanlılar zengin, fakir ihtiyar genç demeden adeta birbirleriyle yarışırcasına yardım etmişlerdi” demektedir[18]. Daha sonra uluslararası alanda yapılan çalışmalar neticesinde kalan esirler de kurtarılarak, yurda getirilmiştir. 1925 Yılından sonra Rusya’da hiç esir kalmamıştır[19].
II. PARA YARDIMLARI
Türkistan Türkleri daha Balkan Savaşı yıllarında Türkiye’ye para yardımı yapmaya başlamışlardı. Mesela, Kazan Türkleri bu yıllarda Hilal-i Ahmer’e hatırı sayılır ölçüde para yardımı yapmıştır[20]. Kazak Türkleri de bu konuda ellerinden geleni esirgememişlerdir. Berlin’de 1930’lu yıllarda Çağatay Türkçesinde yayınlanan “Yaş Türkistan” dergisinde yer alan bir makaleye göre, Balkan harbi yıllarında (1912-13), Türkistan’ın Akmeşit şehrinden Sadık Ötegenov isimli bir ihtiyar Kazak, küçük heybesinin iki gözüne doldurmuş olduğu altınları Rusya’nın başkenti Petersburg’a getirir. Burada tahsilde bulunan hemşehrisi Mustafa Çokay’ın evine gider ve ondan kendisini Osmanlı elçisine götürmesini rica eder. Elçilikte, ihtiyar Kazak Osmanlı elçisi Turhan Paşa’dan, Türkistanlı Türk kardeşlerinin sevgi ve sempatisinin küçük bir ifadesi olmak üzere getirdiği yardımı gerekli yere ulaştırması için ricada bulunur. Bunun üzerine gözleri dolan Turhan Paşa her ikisini kucaklayıp öper ve emaneti kabul ederek yerine ulaştıracağına söz verir[21].
Yine bu dönemde Medine’de tahsil görmekte olan Kazak öğrenciler Osmanlı askerine yardım için harçlıklarından 200 lira toplarlar. Balkan harbi yıllarında Kazakistan’da yayınlanmakta olan “Aykap” gazetesinin bu konudaki haberine göre, öğrenciler topladıkları paraları Medine valisi Basri Paşa’ya teslim ederek, ondan bu yardımı Hilal-i Ahmer cemiyetine ulaştırmasını isterler[22]. Yardım küçüktür, ama Türkistanlı öğrencilerin dahi Balkan Savaşı sırasında Türkiye’ye yardım etme arzusunda bulunduğunu göstermesi açısından önemlidir.
I. Dünya Savaşı sırasında Andican zenginlerinden Mir Kamil Mir Mumanbayoğlu Rusya’ya karşı Osmanlı devletine 200 bin ruble yardım gönderir[23].
I. Dünya Savaşında Türkiye’ye ilginç, ilginç olduğu kadar şuurlu bir katkı Türkistanlı pamuk tüccarlarından gelir. I. Dünya Savaşı sırasında Rusya’da ulaşım ve üretimdeki sıkıntılardan dolayı, Türkistan’daki pamuk alıcı bulamadığından stoklar büyümüştür. 1918’de Brest-Litovsk’da Sovyet Rusya ile ittifak devletleri arasında barış imzalanınca, Rusya’ya giden ilk Alman sefirinin mümessili pamuk almak için Türkistan’a gider. Pamuk tüccarları ticari pazarlıklara girmeden evvel alıcıdan milliyetini belgelemesini isterler. Alış-verişle alakası olmayan böyle bir talep karşısında Alman temsilci hayrete düşer. Diğer taraftan Rusya’nın eski düşmanı olan bir devletin temsilcisi olduğu için de endişelenerek ürker. Bu talebin ticaretle alakası olmadığını ileri sürerek, doğrudan doğruya fiyat ve kalite meseleleri üzerinde görüşmeyi teklif eder. Bu meselelerde uzlaşmanın kolay olduğunu söyleyenTürkistanlı tüccar, alıcının milliyetinin kendileri için çok daha önemli olduğunda ısrar ederler.
Bunun üzerine temsilci, alıcının Alman olduğunu gösteren vesikaları çekinerek göstermek zorunda kalır. Alıcının Almanya olduğunu öğrenen Türkistanlı tüccar, kendisine büyük iltifatlarda bulunarak, mallarını başkasına verdiklerinden daha ucuza vereceğini ifade eder. Hayretler içinde kalan temsilci, bu iltifatın sebebini sorduğunda şu cevabı alır: “Biz pamuğun mühim bir harp maddesi olduğunu biliyoruz. Bu maddeyi beş-on kuruş kazanmak pahasına, Türkiye’nin düşmanlarına satmaktansa, yakıp imha etmeyi yeğleriz. Siz Almanlar Türkiye’nin müttefikisiniz. Size pamuğu ucuza vermekle, Türk kardeşlerimizin menfaatlerine hizmet ettiğimiz inancındayız” [24].
Kurtuluş Savaşı’na gerçek anlamda para desteği, 100 milyon altın ruble gibi bir meblağı verme çabası Buhara Halk Cumhuriyeti’nden gelmiştir. 1873’ten Sovyet hükümeti tarafından istiklalinin tanındığı 1918 yılına dek Çarlık Rusyasına bağlı, yarı müstakil devlet konumunda olan Buhara o dönemde Türkistan’ın en zengin Hanlığı idi. Ticari faaliyetler sayesinde Buhara Hanlığı büyük bir zenginliğe ve altın rezervine sahip olmuştu[25]. Bu zenginlik sayesinde Buhara emiri Petersburg’da büyükçe cami yaptırabilmiştir[26]. Kızıl Ordu tarafından 2 Eylül 1920’de yıkılan Buhara Hanlığı’nın yerine 6 Ekim 1920’de Buhara Halk Cumhuriyeti ilan edilmesinden[27] sonra, Buhara Halk Cumhuriyeti’nin Osman Kocaoğlu başkanlığındaki temsilcileri Moskova’ya giderek Lenin ile görüşme yaparlar.
Bu görüşmede Buhara heyeti, Lenin’e Türkiye için 100 milyon altın ruble yardım vermeyi taahhüt ederler. Heyet Buhara’ya döndükten sonra, bu konu parlamentoda oylanır ve Türkiye’ye yardım tek itiraz sesi yükselmeden oy birliği ile kabul edilir. Vaat edilen 100 milyon altın da en kısa zaman zarfında Moskova’ya ulaştırılır[28]. Bu teslimat konusunda elimizde herhangi vesika yoktur. Ancak Türkistan’da o devrin olaylarını yaşamış şahsiyetlerden ve Türkistan tarihi mütehassısı Z. V. Togan[29] ve Türkistan’daki esir Osmanlı subaylarından Raci Çakıröz[30] bu yardımın yapıldığını teyit etmektedir. Ne yazık ki bu yardım hedefine ulaşmamıştır. Sovyetlerin Türkiye’ye Eylül 1920 ile Mayıs 1922 tarihleri arasında yaptığı nakdi yardımlar da Buhara Cumhuriyeti’nin teslim ettiği 100 milyon rublenin çok altında, 11 milyon ruble civarındadır[31].
III. FİKRİ VE SİYASİ DESTEKLER
I. Dünya Savaşı’ndan önce Rusya’da ve Osmanlı’da yaşanan 1905 ihtilali ve 1908 II. Meşrutiyeti’nden sonra Anadolu ve Rusya Türkleri arasında kuvvetli bir kültür bağı kurulmuştu. Bunun neticesinde I. Dünya Savaşında Türkistan Türklerinin bütün sempatileri Türkiye ile beraberdi[32]. Bu sempatinin büyüklüğünü Tahir Çağatay’ın I. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı bir anısından görmek mümkündür.
Taşkent’te kalabalık seyirci arasında Umumi Vali Matson’un bulunduğu bir sinemada, savaşla alakalı belgesel film gösterilmekteydi. Perdede ilk olarak Rus ordularının seferberliği ve resmi geçidi gösterildi. Bunu takiben bütün büyük devletlerin askeri resmi geçitleri izlendi. Hepsi de sükunet içinde seyredilerek geçirildi. Fakat beyaz perdede başta sancağı ile bir Türk süvari alayı gözükmeye başlayınca, o muazzam binayı dolduran halk ani bir hareketle ayağa kalktı ve alkışlamaya başladı. Bu kalkma hareketi o kadar ani ve tesirli bir şekilde vuku bulmuştu ki, seyirciler arasında bulunan Ruslar da gayri ihtiyari olarak bu kitle temayülüne uymak zorunda kalmışlardı. Bu durum karşısında sinirlenen umumi vali derhal salonu terketti ve film bir daha gösterilmedi[33].
Yine Çağatay’ın belirttiğine göre, I. Dünya Savaşı esnasında Taşkent’te halk bütün heyecanıyla olayları takip ederdi. Türklerin muvaffakiyetini, Rusların mağlubiyetini belirten herhangi bir haberi ihtiva eden gazete derhal karaborsaya düşüyordu[34].
Bu dönemde Türkistan Türkleri I. Dünya Savaşını çok yakından takip ediyor ve Türkiye’nin bir ölüm-kalım savaşı verdiğini farkediyorlardı. Mesela o dönemde Kazak Türklerinin önde gelen siyaset ve fikir adamlarından biri olan Mir Yakup Duvlat dünyadaki 300 milyondan fazla müslümanlar arasında en güçlüsünün Türkiye olduğunu ve bu Türkleri parçalamak için çeşitli devletlerin fırsat gözlediğini yazar. Kazakistan’da I. Dünya Savaşı yıllarında yayınlanmakta olan “Kazak” gazetesinin 1918 eylül sayısında yer alan yazısında Duvlat, bu fırsat beklemenin birkaç asırdan beri süre geldiğine işaret ettikten sonra, devam etmekte olan I. dünya savaş sırasında düşmanların İstanbul’u almak ve Ayasofya’ya asmak üzere haçı da hazırladıklarını ifade eder. Fakat Türklerin boş durmadığını, ülkelerini korumak için asırlardan beri mücadele ettikleri gibi, dört seneden beri de diz boyu kanlar içinde, milyonlarca yiğidini kurban ederek, mal-mülkünü feda ederek savaştıklarını yazar[35]. Görüldüğü gibi, Mir Yakup Duvlat’ın yazısı, Kazak bozkırlarından Türk topraklarında yapılan mücadelenin çok yakından takip edildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Türkistan Türklerinin I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, Türk Kurtuluş Savaşını da her safhasına destek vererek yakından takip etmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Türkistan içinde aydınlar ve şairler halkı aydınlatıcı ve Kurtuluş Savaşını destekleyici yazılar yazmışlarsa, Türkistan dışına çıkabilmiş aydınlar uluslararası platformda kendi siyasi meseleleriyle beraber, Türkiye’nin bağımsızlığını ve reformlarını da destekleyici çalışmalar yapmışlardır.
Sovyetler Birliği dışında, Avrupa ülkelerinde bulunan Türkistanlı siyaset ve devlet adamları başından itibaren Atatürk’ün siyasi faaliyetlerini benimsedikleri görülmektedir. İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edildiği günlerde, İdil-Ural Türklerinden Ayaz İshaki, Sadri Maksudi ve Fuad Toktar Paris’te bulunmaktaydı. Onlar, Bolşeviklerin İdil-Ural’da hakimiyeti ele geçirmesinden sonra, mücadelelerini yurt dışında devam ettirmek üzere Fransa’ya gelmişlerdi. Burada Fransız Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Millerand ile görüşme gününü beklerlerken Türkiye Ayan Meclisi Üyesi Ahmet Rıza Bey ile karşılaşırlar. Ahmet Rıza Bey de Fransa hükümetinin isteği ile Türkiye’nin gayriresmi vekili olarak Paris’te bulunmaktadır. Kazanlı devlet adamları Ahmet Rıza Bey ile uzun uzun görüşmelerde bulunurlar. Görüşmenin yapıldığı 4 Nisan 1920 günü, İngilizlerin Padişah’a baskı yapıp, Mustafa Kemal’i asi ilan etmesini istediği günlere rast geliyordu. Kazanlı devlet adamları, Ahmet Rıza Bey’i Padişah’ın böyle bir isteği yerine getirerek Mustafa Kemal gibi bir kahramanı asi saymasının ülkeye büyük zarar vereceğini anlatarak, Padişah’a bu yönde telkinde bulunması hususunda ikna ederler[36].
Hokand Muhtar Hükümeti’nin sabık başbakanı Mustafa Çokay da Türkiye’nin uluslarası alandaki politikalarına destek veren çalışmalar yapmıştır. Çokay bilhassa Ermeni meselesinde Türkiye’nin haklarının savunulmasında büyük gayretler göstermiştir. Şubat 1918’de Hokand hükümetinin Kızıl Ordu tarafından yıkılmasından sonra, 1919-1921 seneleri arasında Gürcistan’da bulunduğu sırada, Ermeni meselesine vakıf olan Çokay, ayrıca Tiflis’te Kuvayi Milliye temsilcisi olan Kâzım Bey (sonradan İzmir valisi, Trakya umumi müfettişi Kâzım Dirik) ile temasta bulunarak Ermeni meselesi hususunde devamlı surette makaleler neşretti[37].
Mustafa Çokay 1919-1921 yıllarında Tiflis’te bulunduğu yıllarda Vol’nıy Gorets, Gortsı Kavkaza gibi rusça dergilerde ve kendi yönetiminde Türkçe çıkan Şafak gazetesinde Kazım Bey’den temin ettiği malumatları “Anadolu Mektupları” namı altında yayınladı[38]. Çokay bu işlerle meşgul olduğu sıralarda, Ermenistan’daki Amerika misyon başkanı ve Türkiye aleyhtarı General şiddetli bir beyanatta bulunur. Bu beyanata Mustafa Çokay, o kadar vazıh ve şiddetli cevap vermiştir ki, şahsi dostları bundan doğabilecek akibetlerden endişe ederek, bir takım koruyucu tedbirler almışlardır[39]. Çokay, Ermeni meselesi konusundaki makalelerini Gürcistan’dan Fransa’ya geçtikten sonra da yazmaya devam ederek, bunları fransızca ORIENT et OCCIDENT dergisinde yayınladı[40].
Mustafa Çokay Şubat 1921’de Gürcistan’dan Türkiye’ye geçer. İstanbul’a varır varmaz müttefik makamlar vasıtasıyla İtilaf Devletleri nezdinde Türkistan meselesinde teşebbüslerde bulunur. Ancak Türkiye’yi de unutmaz. İstanbul’da gördükleri, Türkiye hakkındaki müttefik tasarıları ve Türkiye’nin geleceği hakkında Türkistan Türklerinin görüş ve dileklerini belirten bir memorandum hazırlayarak, müttefik kuvvetler komutanlığına verir[41].
Mustafa Çokay Berlin’de 1933 yılında yayınladığı “Yaş Türkistan” dergisinde Ermenilerin Türkiye aleyhindeki oyunlarından birisini nasıl bozduğunu da teferruatıyla anlatmaktadır. Çokay’ın belirttiğine göre, Lozan konferansı yıllarında (1922-1923) Ermeni Cumhuriyeti Heyeti Reisi A. Aharonyan düzmece bir iddia hazırlayarak, Hindistan, Kafkas ve Türkistan müslümanlarının dahi Türkiye’yi Sevr anlaşmasına uymadığı için eleştirdiklerini ve Ermenileri haklı gördüklerini söylüyordu. Mustafa Çokay ve Ayaz Kafkasyalılar, İdil-Urallılar, Kırımlılar ve Türkistanlıları temsilen bu iddianın asılsızlığı konusunda bir memorandum hazırlayarak, Fransız dışişleri bakanlığına ve Lozan konferansına gönderirler[42]. Çokay yazısında şöyle demektedir: “Ahoranyan’ın Hindistan müslümanları hususunda söyledikleri ne kadar doğrudur, bilemem. Fakat biz, Kafkasyalılar, İdil-Urallılar, Kırımlılar ve Türkistanlılar adına 22 Mart 1922 günü Sevr anlaşması ile alakalı memorandumu teslim ettik. Onu Fransız Dışişleri Bakanlığına Ayaz İshaki ile beraber götürüp verdik”[43] Çokay bununla da yetinmez. Kendisi maddi sıkıntılar içinde olmasına rağmen, yol parasını borçla tedarik ederek Lozan’a da gider. [44].
Diğer yandan Türkistan’dan Anadolu’daki mücadeleyi yakından takip etmeye çalışan aydınlar, bilhassa halkın duygu ve düşüncelerini dile getirmekte mahir şairler Kurtuluş Savaşı hakkında şiirler yazmışlardır. Bunlar, böylece şiir diliyle Atatürk ve Kurtuluş Savaşı’na destek vermek istiyorlardı. İşin enteresan yanı böyle şiirleri Türkistan’daki hemen her Türk boyunun önde gelen şairleri kaleme almışlardır. Mesela Kazak Türklerinin milli şairlerinden Mağcan Cumabay bunlardan biridir. Osmanlı mağlup edilerek işgaline karar verildiği sıralarda, Sovyet Rusya’sında iç karışıklıklar ve savaş sebebiyle açlık felaketi yaşanıyor ve halk sıkıntı içinde yaşıyordu. Buna rağmen Türkiye’nin işgale uğramak felaketi Türkistan halkı için çok derin bir yeis ve heyecanla karşılanmıştı. Kazak Türklerinin milli şairlerinden Mağcan Cumabay, ilk baskısı 1923 yılında Taşkent’te yayınlanan eserinde yer alan “Alıstağı bavrıma” yani “Uzaktaki kardeşime” isimli şiirinde bu duyguları açıkça ortaya koymaktadır[45]. Magcan 12 dörtlükten oluşan uzun şiirine şöyle başlıyor:
Alısda azap çekken bavrım,
Quvarğan bayşeşektey kepken bavrım.
Qamağan qalın cavdın ortasında,
Köl qılıp közdin casın tökken bavrım.
Anadolu Türkçesiyle ifade edersek:
Uzakta azap çeken kardeşim,
Kurumuş lale gibi solan kardeşim.
Kuşatmış kalabalık düşmanın ortasında,
Göl gibi göz yaşı döken kardeşim.
Magcan şiirini şu mısralar ile bitiriyor:
Bavrım! Sen o cakda, men bu cakda
Qaygıdan kan cutamız, bizdin atka.
Layıq pa qul bop turuv,
Kel ketelik Altayğa ata miras altın taqqa.
Anadolu Türkçesiyle ifade edersek:
Kardeşim! Sen orada, ben burada
Kaygıdan kan yutuyoruz.
Bizim adımıza layık mıdır köle olmak,
Gel gidelim Altay’a ata yadigarı altın tahta[46].
Kırgız şairi İsmail Sarıbayoğlu da, 1921 yılında Kurtuluş Savaşı için bir şiir yazmıştır. Hayatı hakkında fazla bir malumatımızın olmadığı bu Kırgız şairi, “İngilizler Türklere saldırırken yazılan şiir” ismini taşıyan şiirinde, Anadolu Türklüğünün ölüm-kalım savaşına Kırgız Türklerinin dikkatini çekmek ve gerekirse yardımına koşmak gerektiğini ifade etmekte ve şöyle demektedir:
Ekçeme içip kölösün,
Bar önörün ordo atmak.
Musulmandın işi emes,
Kılıç çappay cön catmak.
Koldon kelse kayrat kıl.
Oygon Kırgız uykudan.
Stambul türktön ayrıldın.
Bolup aldı ar bölök,
Ak cinister bölök.
Amerika, sarı orus
Aydap cürdü türkündü.
Aylan kelse, sen boluş.
Anadolu Türkçesiyle ifade edersek:
Ayran içerek eğleniyorsun,
Bütün hünerin eğlenmek.
Müslümanın işi değildir,
Kılıç sallamadan boş yatmak.
Elinden geliyorsa çaba göster.
Uyan Kırgız uykudan.
İstanbul Türk’ten ayrılıyorsun.
Oldular grup grup,
Beyazlar bir grup.
Amerika, Sarı Rus
Önüne kattı Türk’ünü.
İmkanın varsa, koş yardım et[47].
Türkistan’ın önde gelen şairlerinden Abdülhamid Çolpan da (1897-1938) bir taraftan Türkistan’ın hürriyeti için halkta mücadele ruhu uyandırmaya çalışırken, diğer taraftan Türkiye’yi ihmal etmiyor ve Türk istiklal harbi için şiir yazıyordu. Onun Tufan adlı şiiri Anadolu’da milli mücadeleyi yürüten Türk ordusuna ithaf edilmiştir. Şiirde Türk ordusu “mazlumlar tufanının öç alıcı sellerine”, işgalci kuvvetler ise “medeniyet beşiğinde oturan cellatlara” benzetilir. 1920’lerde yazılan şiirin başında ve sonunda Türk ordusuna hitap eden iki mısralık şu bölüm:
Ey İnönü, Ey Sakarya, ey İstiklal Erleri
Milli Misak alıngança totalmasdan ilgeri,
heyecan ve çoşkunluk yaratmaktadır. Şiir,
Ey istiklal, ey Sakarya, ey İnönü Erleri
Yür, mazlumlar tufanının öç alguçı selleri!
mısralarıyla sona ererken Çolpan, Türk İstiklal harbini batılı sömürücü ve işgalci güçlere karşı mazlum milletlerin öç alması olarak görmektedir[48].
SONUÇ
Üç ana başlık altında incelediğimiz Türkistan Türklerinin Türkiye’ye yaptığı bu yardım ve desteklerin maddi boyutları, belki milli mücadelenin başarısına büyük etkiler yapacak ölçüde görülmeyebilir. Ancak onların o devirde içinde bulunduğu şart ve durumlar göz önüne alındığında büyük fedakarlıklar içinde ifa edilmiş olduğu muhakkaktır. Bu fedakarlıklar ve Türkiye’ye karşı beslenen sevgi ve muhabbet Balkan Savaşından itibaren artarak devam etmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında had safhaya ulaşan bu sevgi ve muhabbet Ankara’nın da dikkatlerinden kaçmamıştır. Mesela bu yakın alakayı farkedenlerden biri Ankara Hükümeti’nin Maliye Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek’tir. 1920 yılında Moskova’da bulunan ve Buhara, Hive, Türkistan, Tataristan ve Azerbaycan temsilcileriyle görüşmeler yapan Yusuf Kemal Bey 16 Ekim 1920’de TBMM’de yaptığı konuşmada bu konuda şunları söylemektedir: “Onların bizlere itimadları var… Bizleri muhterem ve mukaddes yerlerden gelmiş insanlar addediyorlar… Bizim milletin mukadderatına bizden ziyade alakadar oluyorlar… Türkiye köktür, burada bulunan onun dallarıdır, diyorlar”[49].
Netice olarak Türkistan Türklerinin 1920’lerdeki Türkiye’ye bakış açısı, ona yardım etme ve destek olma gayretlerini büyük idealist İsmail Gaspıralı’nın “dilde, fikirde, işte birlik” şiarının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bu da Gaspıralı’nın XIX. yüzyılın son çeyreğinden XX. yüzyılın başlarına kadar yayın hayatını sürdüren ve Balkanlardan Doğu Türkistan’a kadar bütün Türkçe konuşan halklar tarafından okunan “Tercüman” gazetesindeki fikirlerini Türk Dünyasına yaymada belli ölçüde başarıya ulaştığını göstermektedir. Bu sebeple, Türkiye Cumhuriyeti ile Türkistan’daki Türk Cumhuriyetleri arasında sağlıklı ilişkiler için kardeş ülkeler arasında hızlı ve tarafsız iletişimi sağlayıcı ortak televizyon ve diğer basın araçlarının varlığının çok önemli görevler ifa edebileceğini söyleyebiliriz.
* M. S. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi
[1] Akdes. N. Kurat, Türkiye ve Rusya XVII Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşı’na Kadar Türk-Rus İlişkileri (1789-1919), Ankara 1970, s. 415-416
[2] Bu konuda geniş malumat için bkz. Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi (1905-1917), Ankara 1985, s. 151-163; A. E. Oba, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, İstanbul 1995, 141-174.
[3] Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümayun no: 56210, 56129, 56206, 56118. Bu konuda bkz. S. Aynuralp, “Belgelerle Türk Birliği”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 12, İstanbul, Aralık 1987, sayfa 5-7.
[4] Kurat, s. 416
[5] Ç. Koçar, “Çukurova’nın Kurtuluşuna İştirak Eden Türkistanlılar”, XI. Tarih Kongresi, Ankara 5-9 Eylül 1990, Kongreye Sunulan Bildiriler, c. VI, Ankara 1994, s. 2382.
[6] a.g.e., s. 2385
[7] Kurat, s. 505
[8] Koçar, s. 2377-2383.
[9] V. Arzumanlı, “Azerbaycan Halg Çumhuriyeti İçtimai-Siyasi Fikir Tarihimizde Yeni Merhale Kimi”, Azerbaycan Halg Çumhuriyetinin Milli Siyaseti, Bakü, 1998, s. 12.
[10] TBMM Gizli Celse Zabıtları, cilt I, Ankara 1985, s. 172 ; T. Swietochowski, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycanı 1905-1920, İstanbul 1988, s. 241.
[11] Kurat, s. 440; Esin Güven, I. Dünya Savaşı’nda Rusya’daki Türk Esirleri ve Rusya Türkleri, İstanbul 1996, (Marmara Üniversitesi, Türkiyat Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisan Tezi), s. 21.
[12] E. Güven, s. 25-26.
[13] TBMM Gizli Celse Zabıtları, s. 169; Oğuz Karakartal, “I. Dünya Savaşı Sonunda Sibirya’daki Esir Türk Askerleri Sorunu ve Türk Dünyası Gazetesi”, Sibirya Araştırmaları (Haz. Emine Gürsoy-Naskali), İstanbul, 1997, s. 317-322; E. Güven, s. 116.
[14] Kurat, s. 416.
[15] Kurat, s. 447.
[16] Bütün Rusya Müslümanlarının 1917. Yılda 1-11 Mayda Meskevde Bolgan Umumu Seyzdinin Protokolları, Petrograd 1917, s. 326-329; Devlet, s. 282.
[17] K. Karabekir, İstiklal Harbimizde Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkanı, İstanbul 1967, s. 313.
[18] Tahsin İybar, Sibirya’dan Serendib’e, Ankara, 1950, s. 85.
[19] E. Güven, s. 102.
[20] Kurat, s. 416.
[21] H. Oraltay, “Mustafa Çokay”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Ocak 1997, sayı 121, s. 15-16; Y. T., Türkistan’da Türkçülük ve Halkçılık, İkinci Bölüm, İstanbul, 1954, s. 61-62.
[22] Ayqap Gazetesi 1914’den naklen Ayqap, (Haz. Ü. Subhanberdina-S. Davitov), Almatı 1995, s. 288.
[23] Voprosı İstorii, 1953, sayı 3, s. 33-49’dan naklen A. İnan, “Türkistan’da 1916 Yılındaki Ayaklanma”, Türk Kültürü, sayı 12, Ekim 1963, s. 29-30.
[24] Y. T.s. 69-70.
[25] Stephane A. Dudoignon, “Orta Asya’da Siyasal Değişmeler ve Tarihyazımı, Tacikistan ve Özibekistan 1987-1993”, Unutkan Tarih Sovyet Sonrası Türkdilli Alan, (Haz. Semih Vaner), İstanbul 1997, s. 115.
[26] Kurat, s. 425.
[27] Buhara Halk Cumhuriyeti 19 Eylül 1924’te Moskova’ya muhalif güçler temizlenerek Buhara Sosyalist Cumhuriyeti ilan edilinceye kadar, milli güçler tarafından Moskova’dan bağımsız bir şekilde idare edildi. Bu konuda bkz. İ. Yarkın, “Buhara Hanlığı’nın Sovyet Rusya Tarafından Ortadan Kaldırılması ve Buhara Halk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu”, Türk Kültürü, sayı 76, Ankara, Şubat 1969, s. 297-303; B. Hayit, Türkistan Rusya ile Çin arasında, s. 264.
[28] Yakın Tarihimiz, 3 Mayıs 1962, Cilt I, sayı 10, s. 292-293; N. Öktem, “Osman Kocaoğlu’nun Ardından”, Türk Kültürü, Eylül 1968, sayı 71, s. 878; M. Saray, Milli Mücadele Yıllarında Atatürk’ün Sovyet Politikası, İstanbul, 1984, s. 55-57.
[29] Z. V. Togan, Hatıralar, İstanbul, 1969, s. 363.
[30] T. Kocaoğlu, “Türkistan’da Türk Subayları (1914-1923)”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Ağustos 1987, sayı 8, s. 47.
[31] Saray, s. 57.
[32] Kurat, s. 416.
[33] Y. T., s. 62-63.
[34] a.g.e., s. 63
[35] Mir Yakup Duvlat, “Qaytsek Curt bolamız”, Qazaq, 10 Eylül 1918’dan naklen Qazaq (Haz. Ü. Subhanberdina-S. Davitov-Q. Sahov), Almatı, 1988, s. 440.
[36] “Günlük Notlarından Önemli Parçalar”, Muhammed Ayaz İshaki Hayatı ve Faaliyeti, Ankara, 1979, s. 216-223; T. Çağatay, “Büyük Türklük Mücahidi Ayaz İshaki”, a.g.e., s. 94.
[37] Y. T. , s. 66.
[38] aynı yer; Yaş Türkistan, 1933, sayı 40’dan naklen Yaş Türkistan, sayı 3, Almatı, 1998, s. 27.
[39] Y. T., s. 65-66.
[40] Yaş Türkistan, aynı yer.
[41] Y. T., s. 66-67
[42] Yaş Türkistan, Berlin, 1933, sayı 41’den naklen Yaş Türkistan, sayı 3, Almatı, 1998, s. 30; Y. T., s. 67-68; Çağatay, s. 94.
[43] Yaş Türkistan, sayı 3, Almatı, 1998, s. 30.
[44] Y. T., s. 67-68;
[45] a. g. e., s. 78-79; Yaş Türkistan, Berlin, 1930, sayı 3-4, s. 38-42; G. Kayhan, Magcan Jumabayulu’nun Hayatı ve Eserleri (Basılmamış Yüksek Lisans tezi), Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi, Türkistan, 1998, s. 45-48.
[46] M. Cumabayev, Şığarmalar, c. I, Almatı 1995, s. 72.
[47] M. Şen, “Milli Mücadelemizi Anlatan Bir Kırgız Şiiri”, Bağımsız Kırgızistan, Düğümler ve Çözümler (Haz. Prof. Dr. Emine Gürsoy), Ankara, baskıda, s. 119-126.
[48] Hüseyin Özbay, Çolpan’ın şiirleri, Metin, Aktarma, İnceleme, Ankara 1994, s. 141-142, 329-331.
[49] TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. II, s. 171-172.