„Türk Birliği” Meselesi
Rusya esiri Türklerin muhaceretteki milli matbuatı „Türk Birliği” meselesini müzakereye devam ediyor. Şimdiye kadar bu hususta ,,Emel” ve „Millî Yol” iki defa başyazı yazdılar, „Yaş Türkistan“ ve „Millî Bayrak” bu meseleye ayrı makaleler hasrettiler.
Bu mesele etrafında mecmuamızın Mart sayısında, biz de bir makale ile fikrimizi izah etmiştik. Makalemizde vaz etmiş olduğumuz muayyen ve konkret tez etrafında kardeş ve cephedaş matbuatta yeni bir münakaşa başlamış olduğundan bu mevzua bir daha dönmeğe mecbur olduk.
Muhaceretteki Türk matbuatını muntazaman takip etmek imkânından mahrum bulunan okuyucularımıza bir kolaylık olmak için, asıl mevzua geçmeden, biz burada ilk önce meselenin tarihçesini hülâsa edeceğiz.
Meselenin meydana çıkışı ve koyuluşu böyle olmuştur:
Münih anlaşmasından sonra bütün cihan matbuatının meşgul olduğu Ukrayna meselesi Promete cephesine dahil Rus esiri milletleri hem memnun, hem de müteessir etmişti; çünkü: Ukrayna meselesinin koyuluşu ve bu koyuluşu takip edecek halli kendi kendiliğinden Kafkasya, Türkistan, Edil-Ural, Kırım ve başka meselelerin koyuluş ve hallini talep edecekti. Bu bakımdan Ukrayna meselesinin aktüelleşmesi bütün Promete probleminin meydana vaz’i demekti.
Müteessir olmuşlardı; çünkü; Ukrayna maksimalistleri „Karpat’tan Ural’a kadar Ukrayna” tezini meydana atmış, bununla da Ukrayna meselesini şimdiki Rusya’nın yerine konmak suretiyle halletmek istemişlerdi.
Bu münasebetle vaki olan münakaşa ve müzakerelerde, Türkistanlısı, Azerbaycanlısı, Edil-Urallısı ve Şimalî Kafkasyalısı da dahil olmak üzere bütün Türk ve Müslümanlar, Ukrayna maksimalistleri tarafından yutulmak istenilen Kırımın lehinde kat’i bir pozisyon almış ve bunu gerek içtimalarda, gerekse matbuat sahifelerinde söylemekten çekinmemişlerdi.
Bu münasebetle „Kurtuluş”un Şubat sayısında „Promete cephesinin mühim bir meselesi” başlıklı makalede denilmişti ki:
„Kendilerini yakından tanıdığımız ve eserlerini V. Murski’nin 1930’de İstanbul’da neşrettiği „Ukrayna ve İstiklâl mücadeleleri” kitabı ve bu kitaba ilâve ettiği harita ile kıyas ettiğimiz Ukraynacıların meseleyi koyuşlarında Promete cephesine dahil diğer milletleri mütteessir edecek, şüphesiz hiç bir cihet yoktur. Fakat, mesele bu çerçeveden çıkıp da son zamanlarda bazı Avrupa gazetelerinde, o cümleden maruf Fransız mecmuası ,,İllustrasyon”da neşrolunan Ukrayna haritalarının talep ettiği şekilde konulur ve o şekilde faaliyetleştirilirse — bittab, müşterek davamızın talep edeceği çerçeveden çıkmış olur. Bir Kırımlı, Kırım da Ukrayna malıdır, diye telâkki eden bir Ukraynalı ile, tabiidir ki, bir kanepede oturamaz…”
Bu çıkışları müteakip Kırım millî kurtuluş hareketinin organı “Emel”in Mart sayısında Cafer Seydahmet Bey’in „Kurtuluşumuzun Temeli” başlıklı bir başyazısı neşrolundu.
Cafer Bey bu kıymetli yazısında Avrupa’nın her zaman kuvvete ve menfaate ehemmiyet verdiğini ve dahilen bir kuvvet teşkil etmeyen milletlerin hariçten kurtuluş beklemeleri efendi değiştirmekten başka bir mana ifade etmeyeceğini kaydettikten sonra „Kurtuluşumuzun temeli kendimizdedir” diyor ve ilâve ediyor ki:
„Kendimizden maksadımız nedir? Bununla Kırım’ın kurtuluşu, Kırımlıların, bu büyük mefkûrenin tahakkuku için vaki hazırlıklarına bakar… demek mi istiyoruz?
Kurtuluş davamızda bizim mahallî hazırlığımızın ehemmiyetini inkâr etmek elbette doğru ve müspet bir iş değildir. Bu, işin her bakımdan en zarurî tarafıdır. Fakat bizim kurtuluşumuzun hakikî temeli bu değildir; bizim ve bizim gibi her Türk ilinin, kurtuluşumuzun en sağlam temeli bütün Türk illerinin kurtuluş hareketleri ve bütün Türk milletinin kurtulmasıdır.”
Cafer Beye göre:
„Mademki bütün Türkler bir millettir, bir milletin kurtuluş temeli de elbette birdir. Onun, muhtelif ülkelerde yaşayan bütün parçalarının el-ele vermeleri elbette pek tabiidir.”
Türk cephesinin ortak çıkışından mülhem olarak bu satırları yazan Cafer Bey kayıtsız ve şartsız olarak „Yaşasın büyük Ukrayna”* diyenlere işaret ederek diyor ki: „Biz de — Yaşasın Ukrayna! diyoruz. Fakat bu temennimizin, bu samimî dileğimizin büyük bir kaydle mukayyet olduğunu bir an bile unutmuyoruz. Biz ancak bütün Türklerin kurtuluşlarını, yaşamalarını dileyenler için bunu yapıyoruz.”
Cafer Beye göre bütün dünyada propagandaya ehemmiyet vermemiş bir millet varsa, o da biz Türkleriz.
Fakat bundan müteessir değildir.
„Mademki — diyor — yirminci asrın anladığı menfaat ve kuvvettir, kavî olalım, kuvvetimizin birliğimizde olduğuna iman edelim, onlar bizi bulurlar…”
„Türk milleti için her devirde işin еn güç tarafı daima kendisini bulması olmuştur. Türk tarihindeki eşsiz hareket kudreti, kendilerini bulmuş olan Türklerin nelere kadir olduklarını, tarihte pek az millete nasip olmuş şekilde, уüksek misallerle ispat etmiştir. Dostlarımızın ve düşmanlarımızın anlamaları lazım gelen en büyük hakikat, Türklerini kendilerini bulup bulmamasıdır. Bugün bir Türk milleti var mıdır? Onlar birbirlerine karşı kurşun sıkmayacak bir vicdana malikler midir? Düşman önünde el verebilecekler mi?
Buna tereddüt edenler bizim kuvvetimizi anlayamazlar ve bize ehemmiyet vermezler. Bunu anlayacak kadar tarihimizi bilenler 20 yıllık mücadelemizi, her meselemizde bir vicdanla hareket ettiğimizi anlayanlar ise, tereddüt etmeyelim, bütün propagandacıların gayretlerine rağmen, er-geç bizi bulacaklardır. Hangi maksatla olursa olsun Rus meselesiyle alâkadar olanların garbda Lehistan’ı bulmaları nasıl zarurî ise, Şarkta büyük Türk milletini bulmaları o kadar mecburidir.”
Cafer Bey, hangi mesele münasebetiyle olursa olsun ortaya bütün Türklüğü alakadar eden bir mesele vaz’ etmiştir. Yaşadığımız zamanın ehemmiyeti, bu mesele üzerinde ciddî ve esaslı surette durmayı, onu hissi bir âlemden real bir sahaya çıkarmayı icap ettirmekte, yeri gelmişken bu mesele etrafında şimdi söylene bilecek her şeyi söylemeği emretmekte idi.
Cafer Beyin vaz’ ettiği mesele münasebetiyle ilk ses veren Ayaz İshakî Bey oldu. „Emel”i müteakip çıkan „Yana Millî Yul”un Mart sayısında „Filistin işinde Arap Birliği” başlıklı başyazısında Ayaz Bey, Filistin meselesinde Arap dünyasının gösterdiği millî birliği mevzu bahis ederek Türk dünyasının buna benzer bir birlik göstermediğinin sebeplerini araştırıyor ve bunu da araplık hissi kadar Türklük hissine mâlik olmadığımızda, Arap birliğine benzer Türk birliğinden ve „Türk birliği hamiyetinden” mahrum bulunduğumuzda görüyordu.
Cafer Beyin, Türk milli vicdanından ve Türklerin kendi millî benliklerini bulup bulmamalarından idealistçe bahsedişine Ayaz Bey de Türk milli hissinin ve „Türk birliği hamiyetinin” münekkit kamçısı altına alındığını görüyoruz.
Real hakikat neden ibarettir? Bugün bir Türklük var mıdır? Şüphesiz ki vardır.
Tarihte saltanatlar kuran, medeniyet1er yaratan, tarihlerin seyrini ve istikametini değişen bu muazzam kuvvet bir Türklük vicdanına ve bir Türklük şuuruna malik midir?
Bunların tetkikine girişmeden, biz bu amillerin mevcudiyetini ve takviyesini temin edecek meseleden işe başlamayı faydalı bulduk. Onun için de „Kurtuluş”un Nisan başlarında çıkan Mart sayısında biz Türk kültür birliğini esas olarak aldık.
Dedik ki:
„Türk dünyası, bulunduğu jeopolitik vaziyete göre ayrı-ayrı millî devlet halinde teşekkül edebileceğinden, Türkiyelicilikle yan-yana pek tabiî olarak bir de Azerbaycancılık, Kırımcılık vs. doğdu. Milletin varlığını kurtarıp hayatını ebedî emniyet altına almak endişesinden doğan bu hareket mukaddestir. Türkiye misali de gösteriyor ki, millî varlık ve millî kültür, yalnız millî devlet içerisinde muhafaza oluna bilir. Yalnız bir şartla: asıl gaye, asıl ana mefkûre, yâni Millî Türk Kültür Birliği unutulmamak şartıyla.
Biz bütün dâvalarımızın Millî Türk Kültür Birliği namına yapıldığına kaniyiz.
Bunun için dilde ve yazıda vahdete fevkalâde ehemmiyet veriyoruz.”
Aşağıda biz Kültür Birliği üzerinde niçin durduğumuzu ve bunu neden kabarttığımızı izah edeceğiz.
Burada vaz’ ettiğimiz tezin uyandırdığı alâka üzerinde bir o kadar durmak isterdik.
Türkistan Milli Kurtuluş Hareketinin organı „Yaş Türkistan“ın Mayıs sayısında „Türk Birliği Hakkında” bir makale yazan M. Ç. Bey** bizim yazımızı esas olarak almış, fakat bu makaledeki ana mefkûre dediğimiz Kültür Birliğini tamamıyla ihmal ederek yalnız jeopolitik vaziyet üzerinde durmuştur.
M. Ç. Bey birçok noktada bizimle aynı fikirdedir. Biz Arap dünyasının Türk dünyasıyla kıyas kabul etmeyeceğini söylemiştik. M. Ç. Bey dahi ayni fikirdedir. Fakat biz Arapların dilde ve kültürde birlik teşkil ettiklerini kaydetmiştik ve demiştik ki:
„Şimalî Afrika’nın Fas, Tunus, Cezayir, Trablus, Mısır, Sudan vesairesinde, Asya’nın Hicaz, Filistin, Suriye, Irak, Yemen ve başka ülkelerindeki Arapların konuşma dilleri arasında fark, şüphesiz ki, yok değildir. Onlar bu lehçelerine saplanıp da müstakil dil ve edebiyat yaratmak fikrini taşımıyorlar. Hatta Şimali Afrika’nın arablaşmış Mavr, Kıbtı ve zencileri bile, Arap millî camiası haricinde müstakil bir millet olmak fikrinde değillerdir…”
„Bizde, biz Türklerde vaziyet nasıldır? Mahalli şivelere müstakil edebi dil mahiyetini vermek temayülü göze batacak kadar meydandadır.
M. Ç. Bey bu kültür bahsine de yaklaşmamıştır.
Esasen onun fikrine göre „Türk Birliği” meselesi „muhaceretteki Türk gruplarını birleştirmek”ten ibarettir. Bu da siyasî bir meseledir. Bu siyasî meselenin realizasyonuna mâni olan âmil de yükarıda bahsettiğimiz jeopolitik vaziyet ile Promete cephesinden ibaret imiş.
Biz „Yaş Türkistan” muharririnin bu makalesine „Milli Yol”un Haziran sayısında bir başyazı ile mukabele eden Ayaz İshaki Bey’in dayandığı başka noktalara temas etmeyeceğiz. Mevzudan uzaklaşmamak ve umumi bir meseleyi hususi münakaşa şekline sokmamak için ana mefkure diye aldığımız Kültür Birliğine avdet edeceğiz ve bununla ne demek istediğimizi ve anladığımızı esasen neden buna ana mefkure adım verdiğimizi izaha çalışacağız. Bu suretle okuyucu bizim düşünüş ve anlayış tarzımızla diğer kandaşlarımızın düşünüş ve anlayış tarzları arasındaki farkı kolaylıkla kavramış olacaktır.
Biz tezimizin müdafaasında böyle demiştik:
Rus esiri Türklerin milli hareketleri nasıl ve neden başlamıştı? „Dilde birlikten” değil midir?
1905’de merhum İsmail Gaspıralı’nın teklifiyle kabul olunan program bütün Türkleri bir dil etrafında birleştirmeyi nazarda tutmamış mıydı?
Programda açık söylenmiştir ki: ilk mektepler mahallî şivelerde, orta ve yüksek mektepler ise ortak edebî Türkçe ile tedrisat yapacak ve bu suretle edebî ve ilmi dil birleştirilmiş olacaktır.
İsmail Bey kendisi ,,Tcrcüman“ı bütün Türklerin anlayabildiği ortak edebî Türkçe ile neşretmiyor muydu?
Yalnız şunu kaydetmek lazımdır ki, Rusya, İsmail Beyin „Dilde, Fikirde, İşte Birlik” şiarına karşı sefer açtı, onu mektepler vasıtasıyla tatbike bırakmadı. Hatta modern mektepler açmasına bile müsaade etmedi. Bunun neticesinde kültürel milliyetçilik programını tamamıyla tahakkuk ettirmeden siyasî milliyetçilik başladı. Çarlık devrilmedikçe ve millî devlet hayatına kavuşulmadıkça millî birlik — Türk millî birliği programını tatbik edemeyiz, dedik, istiklâl savaşına başladık.”
Bu izahat gösteriyor ki, bizde ilk önce kültür birliğine dayanan bir milliyetçilik doğmuş, millî devlet fikri ise millî şuurun bir tezahürü olarak meydana gelmiştir.
Yâni: milliyeti teşkil eden bütün unsurlara malik bir cemaat milli şuurunu ve milli vicdanını bulmuş ve devlet kurmağa azmetmiştir.
Siyasi istiklâlini kaybetmiş, esarete düşmüş her millette milli hususiyetini korumak endişesinden doğan hareketler hep böyle neticelenmiş ve bu netice de milletleri millet ve milliyet mefhumlarının anlayışında iki zümreye ayırmıştır.
Millet nedir, dediğimiz zaman müstakil ve esir Türkler ayni şeyi mi tasavvur ederler?
Meselâ Türlük bahsinde Türkiyeli bir devlet adamı veya memuru ile gene Türkiyeli Türkçü bir âlim ve mütefekkir aynı şeyi mi düşünüyor?
Elbette ki değil.
Birinciler için millet, milliyet ve Türkçülük siyasî bir vahdet, devlet ve tâbiiyet manasındadır. İkinciler ise milliyeti Türklüğü siyasî hudut nazara almadan Türk kültür camiasına giren herkese teşmil ederler. Birinciler ile ikinciler arasında ne fark varsa Türkiye ile esir Türkler arasındaki fark da odur.
Bunun da sebebi Türkiye’nin Garbi Avrupa tesirinde, Rus esiri Türklerin ise esas devlet değil, dil, kan, din, tarih ve kültür birliğini alan Orta Avrupa tesirinde bulunduklarıdır.
Batı Avrupa’da millet, ailelerin heyeti mecmuasından ibaret olan beldelerin vücuda getirdikleri siyasî cemiyetin umumî şeklidir. Burada milletle devlet ve milliyetle tâbiiyet aynı manayı ifade ederler. Bir Fransız Fransa’da Fransız iken İsviçre’de İsviçreli, Belçika’da Belçikalı, Kanada’da Kanadalıdır.
Halbuki Orta Avrupa öyle düşünmüyor. Burada bir milletin efradı muhtelif tâbiiyette olabilir.
Bir Alman, bir Macar, bir Fin, Leh, İtalyan nerde olurlarsa olsun ve hangi devletin tâbiiyetinde bulunurlarsa bulunsunlar, her şeyden önce Alman, Macar, Fin, Leh ve İtalyandırlar.
İslâm şarkında vaziyet nasıldır?
Araplarda ilk halifelerin, Emevilerin ve Abbasilerin azametini ihya etmek, muazzam bir Arap birliği yaratmak idealı vardır. Burada milliyet ile din birbirine karışmıştır. Her Müslüman Arap’tır. Yeni Türkiye Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde kuruldu, Osmanlı İmparatorluğu ise Selçuk ve Bizans imparatorluklarının vârisi idi. Birincilerden İslâmî ve İranî devlet ananesini, ikinciden Roma devlet nizamını edindi. Burada esas olan devlettir. Tâbiiyetle milliyet aynı manayı ifade eder. Teşkilât-ı Esasiye’ye göre Türkiye Cumhuriyeti’nin tâbiiyetinde bulunan herkes Türk’tür. Binaenaleyh tâbiiyetinde bulunmayan milyonlarca Türk, Türkiye’nin kanunlarına göre, Türk değillerdir. Bu vaziyeti yalnız kanunu icraya mecbur olan devlet memurları değil, Türkiye matbuatı da ısrarla müdafaa etmektedir, Rusya esiri Türklere, Moskova, kabile isimlerini takmış iken Azerîlerden „Türk” unvanını geçen yıla kadar kaldıramamıştır. Sovyet radyosu ve Sovyet matbuatı Sovyetlerde Türk’ten bahsettiği zaman daima Azerîleri kastederdi. İstanbul matbuatı ise Sovyetlerin bu neşriyatını naklederken „Türk” tabirini kemali itina ve dikkatle siler, onun yerine kabile ismi kordu. Nihayet Moskova İstanbul gazetecilerini bu müşkülâttan kurtarmak için Azerilerin üstünden „Türk” unvanını kaldırdı, yerine „Azerbaycan milleti” tabirini koydu.
İran’a gelince, burada İran milleti denildiği zaman, resmî leksikonda, daima İran devletinin toprakları üzerinde yaşayan ahali kast olunuyor. Bir İranlı için bir Fransız milleti yok, Fransa milleti vardır (millet-i Fransa). „Millet-i İngiliz” denildiği zaman İngiltere milleti tasavvur olunuyor. Türkiye Türkleri İran matbuatında „Millet-i Türkiye’dir”. İran devletinin hâkim unsurunu Farslar ve kültürleri teşkil ettiği halde bu memlekete Farsistan denilmiyor. Arap dünyasında her Müslüman Arap ve Türkiye’de herkes Türk olduğu gibi burada da herkes İranî’dir.
Gerek Türkiye’de, gerekse İran’da, netice itibariyle, siyasî vahdet sâyesinde millî bir kültür camiasının teşekkül etmesi belki de mümkün olur. Fakat siyasi vahdetin mahsulü olan bu millet ile ırk, kan, dil vs. birliklere dayanan ve bunların korunması ve yaşaması için devlet haline gelmek isteyen memleketlerden farklı olacaktır.
Millî kültür birliğinin mahsulü bulunan milletler devlet olmadan da bir millettirler. Burada devleti yaratan millettir, ötekilerde ise devlet milleti yaratıyor. Bu itibarla bunlar devlet makinesine dayanarak bir millet yaratmak isteyen kuvvetlerle bir grup teşkil ederler.
Hâlbuki berikiler dünyada tarihî ve siyasi hudutları tanımaz, sülâle ve hanedan an’anelerine karşı isyan eder ve dünyayı dil ve milli kültür etrafında bir millet teşkil eden milli camiaların sayısı kadar milli devletlere parçalamak ister. Bu iki zümrenin birbirini anlaması imkânsızdır.
Rusya esiri Türkler bu ikinci zümreye dâhildirler.
Dil ve kültür birliğine dayanan Rusya esiri Türkler gerek kendi aralarında, gerek Türkiye’deki Türklerle aynı ırka, aynı dile, aynı tarihe, aynı dine malik bulunduklarını, binaenaleyh bütün dünya Türklerinin, siyasî hudutları nazara almadan, bir millet teşkil ettiklerini ve bu Türklerin tarihte muazzam devletler ve parlak medeniyetler yarattıklarına dahi müdriktirler.
Aynı zamanda Türkiye’de dil, tarih ve kültür faaliyetinin eski kozmopolit an’aneleri yıkacağına ve Türkiye Türklerinde kültür birliğine dayanan milliyet telâkkisini kuvvetlendireceğine kanidirler.
Bu bakımdan çok yakın istikbalde cihan Türklüğü siyasî hudutların fevkinde bir Türk milliyetinin mevcudiyetine iman edecektir.
Bu inkişafın seyrini süratlendirmek içindir ki, biz kültür birliği meselesini ana mefkure diye aldık. Biz kültür birliği meselesini ileri sürmekle Türk Birliğine mâni olan amillerin yalnız jeopolitik vaziyet olmadığını kabartmak istemiştik. Engeller arasında milliyet ve Türklük meselesini başka başka anlayış tarzları da mevcut olduğunu kabartmakla biz en hasta noktamıza bastığımız kanaatindeyiz. Gerçi medenî seviye farkı gibi başka engeller de vardır. Fakat bu sonuncu fark bizce tahsil ve terbiye yolu ile çabuk ortadan kalka bilecektir.
Gerek milliyet meselesinin başka başka anlayış tarzı, gerekse, bilhassa, Rus esiri Türkler arasındaki medenî seviye farkı mevcut jeopolitik mânialar üzerine manevi uçurumlar ilâve ediyor. Hâlbuki Türklük hakkında bakış, anlayış ve görüş bir olsaydı ve Türklüğün manevi birliği üzerinde ciddî çalışılmış olsaydı mevcut jeopolitik mânialar bile kolaylıkla ortadan kalkardı. O zaman değil ki, Promete cephesindeki milletler, hatta cihan milletleri ve devletleri bile son derece hesaplaşırlardı.
Türk Kültür Birliği, yani yazıda, dilde, milli terbiyede vahdet… Tarihimizin, edebiyatımızın, an’anelerimizin, örf ve adetlerimizin, medeni kıymetlerimizin, medeni şahsiyetlerimizin bir dilde, bir ruhta tedris ve mütaleası…
Bütün bunlar Türklük duygusunu, Türklük vicdanını ve Türklük şuurunu kuvvetlendirecek amillerdir. Hâlbuki bunun aksi Türklüğü aşiretlere bölecek, birbirinin mukadderatına lakayt kılacak ve mühim tarihi hadiseler esnasında ümitlerini, maneviyatlarını hırpalayarak sukut-ı hayâle uğratacaktır.
Türk Kültür Birliği, o kadar kuvvetli bir amildir ki, denizleri kurutur, dağları eritir.
Ona göredir ki biz, yakın ve uzak geleceğin istikametlerini tayin edecek Türklük şuurunu takviye maksadıyla, yani „Fikirde Birlik” yaratmak için „Dilde Birliği” esas olarak aldık. Bizce „Dilde Birlik” olmadan — „Fikirde Birlik” ve „Fikirde Birlik” olmadan ,,İşte Birlik” mümkün olmayacaktır.
Bu öyle bir hakikattir ki, inkârına girişmek bile imkânsızdır. Hüsnü niyet, sahibi ve samimî Türkçü olmak şartıyla bu hakikati herkes kabul eder. Jeopolitik vaziyetten doğan siyasî taktikle asıl milli gayeyi karıştırmakla kimseyi ne aldatırız, ne de ikna ederiz. Biz Türk’üz ve Türk olarak yaşamak isteriz.
İstiklâlden de gayemiz budur. Bunu korkmadan ve çekinmeden söylemeyenler tarih karşısında mahcup olacaklardır.
Nuh-Oğlu
(Kurtuluş Dergisi, Sonteşrin – İlkkanun 1937, Sayı 1/2, s. 13-18)
Not: Kurtuluş Dergisi, Azerbaycanlı aydınların Berlin’de 1934-39 yılları arasında 49 sayı çıkardıkları bir dergidir.
* Haydar Bammat’ın Rusça “Kafkaz”da neşrettiği başmakaleye işarettir.
* * Mustafa Çokay [Hazırlayanın notu]