MERHUM ENVER PAŞA HAKKINDA HATIRALARDA KALANLARDAN KESİTLER (1922 – 8. AĞUSTOS – 1932)
Merhum Enver Paşa’nın şehit düşmesinin üzerinden on yıl geçti. Onun sureti hafızamızda derin bir şekilde yer etmiş olup, vefatının bizleri ne denli derinden etkilediği öyle büyüktü ki, sanki aradan on yıl değil, sadece on ay, ya da on hafta geçmiş gibi hissediyoruz.
1921 sonbaharında Enver Paşa’nın aniden Buhara şehrinde ortaya çıkması, biz Türkistanlıların anavatanımızı düşman işgalinden kurtarma yolundaki mücadelemize yeni bir ivme kazandırdı. Bu gelişme, zafer umudunu yeşertti. Zengin askerî tecrübesi ve şahsi cesareti, ki bu nitelikler Türkistan isyancılarını etrafında toplayarak kendi liderliği etrafında birleştirmek için son derece gerekliydi ve Enver Paşa’nın kişiliğinde mevcut idi.
Eğer Enver Paşa, 1918–1919 yıllarında, bölgenin büyük bir kısmı henüz Sovyetler Birliği’ne katılmamışken, Sovyet egemenliğindeki yerlerde geniş çaplı isyanlar yaşandığı dönemde Türkistan’a gelmiş olsaydı, o zaman anavatanımızın kaderi belki de çok farklı şekilde şekillenebilirdi. 1918–1919 yıllarında uğradığımız yenilginin sebebi yalnızca Rus Bolşeviklerinin silahlı gücü değildir; aynı zamanda bizim yeterince örgütlü ve cesur olamayışımız ve millî mücadelemizi sistemli ve kararlı bir şekilde yürütemeyişimiz de bu yenilginin önemli nedenleri arasında yer almaktadır.
Türkistan’da yarım asır süren Rus hâkimiyeti yalnızca iç güçlerimizi zayıflatmakla kalmamış, aynı zamanda ulusal birliğimize de ciddi biçimde zarar vermiştir. Rusya hükümeti, Türkistan halkını askere almamakla yetinmemiş, aynı zamanda bize herhangi bir örgüt kurma, hatta en basit toplumsal birliktelikleri oluşturma iznini dahi vermemiştir.
Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen boylarının karşılıklı ilişkilerini zayıflatarak, onları kendi başlarına, birbirinden kopuk bir şekilde yaşamaya mecbur bırakmıştır. Rusya yönetimi bu halkları birbirine kışkırtarak “böl ve yönet” siyasetini sistemli şekilde uygulamıştır. Bunun sonucunda ortak bir amacı gerçekleştirecek güçlü bir merkezi olmayan, lidersiz, öndersiz bir kalabalık görünümüne bürünmüşüzdür…
Bazı bireysel boyların saygın liderleri bulunmasına rağmen, genel olarak Türkistan siyasetinde “merkezi bir figür” olabilecek otoriteye sahip bir liderimiz olmadı.
1917 yılı gelip çatmıştı. Rus Devrimi’nin ilk günlerinde Petersburg şehri toplantılar ve mitinglerle adeta baş döndürüyordu. Neva Caddesi’nde 100 numaralı evde Müslümanlar da mitingler düzenlemekteydi. Bu mitinglerden birinde, kırsal kesim insanına benzeyen, biraz garip kıyafetler giymiş bir adam, etraftakilerin dikkatinden uzak bir şekilde bana yaklaştı. Üzerinde Avrupai tarzda uzun bir keten ceket, başında beyaz bir şapka vardı. O kişi yanıma yaklaşıp beni bir kenara çekti. Kendini “Ali Jangeldin” olarak tanıttı…
Böyle bir ismi daha önce duymamış olsam da, bu kişi bende önceden tanıyormuşum hissi uyandırdı. Daha sonra kendini biraz çekingen ve tereddütlü bir şekilde ifade ederek, asıl kimliğini benimle paylaştı. Aslen bozkır Kazaklarından olduğunu, çocukken zorla Hristiyanlaştırıldığını ve o zamandan beri “İvan Stepnov” adını taşıdığını anlattı. Ali Jangeldin, onun eski adıymış. Vaftiz edildikten sonra İvan Stepnov adını almış… Stepnov sadece din değiştirmiş biri değil, aynı zamanda bir Rus misyoneriydi. Misyonerlik çalışmaları kapsamında Rusya’nın dört bir yanını ve Hristiyanlığın kutsal merkezlerini yaya olarak dolaşmıştı. Hakkında Rus yayın organlarında fotoğraflar da yayımlanmıştı. Bana tanıdık gelmesinin sebebi muhtemelen buydu. Stepnov’a, Hristiyan olmasına rağmen neden Müslümanların tarafına geçtiğine dair mahcup edici bir soru sordum. O da “Türkiye’ye gitmeye” çalıştığını söyledi.
Artık Hristiyanlıktan çıkıp, İslam’a geri döndüm. Rusların zulümlerine şahit olduktan sonra onlardan tüm umudumu kestim. Bu nedenle, halkımın huzurunda günahlarımdan arınmak istiyorum. Türkiye’ye de bu amaçla gitmeyi planlıyorum.
- Peki, o halde nereye gidiyorsunuz?
- Enver Paşa’nın huzuruna çıkacağım.
- Neden Enver Paşa’ya gidiyorsunuz?
- Bizi Ruslardan kurtarabilecek tek kişi odur.
Gerçek söylemek gerekirse, o dönemde Stepnov-Jangeldin bu görüşte olan tek kişi değildi. Türkistan halkının büyük çoğunluğu Enver’e güveniyor, onu kendilerine en yakın kişi olarak görüyordu. 1916 yılındaki isyan günlerinde Türkistan’da birçok kişi Enver’den yardım bekliyordu…
O dönemde halk, Halife Sultan’ın ismini pek bilmezdi. Ancak Enver Paşa’yı bilmeyen neredeyse yoktu. Enver’in ismi o kadar yayılmıştı ki, halk arasında destanlara konu oluyordu. Son Balkan Savaşı’ndan sonra, bozkır sakinleri çocuklarına Enver adını vermeye başlamışlardı… “Enver’e tapınma” Rus hükümetini rahatsız etti. Bu nedenle, Enver’in ortadan kaldırılmasını hedefledi. Rus hükümeti, Türkistan aydınlarını Enver’in “ajanları” olarak nitelendiriyor ve öyle kabul ediyordu. Bugün nasıl Rus Bolşevikleri bizi, yani Türkistan milliyetçilerini, “Kemalistler” olarak adlandırıyorsa, o dönemde Çarlık Rusyası da bizim “Cedidçilerimizi” Enver’in ajanları olarak değerlendiriyordu.
1916 yılında Genel Vali Kuropatkin, Taşkent’te eskiden beri tanıdığı ve yakın çevresinden olan Gabdolla Niyazoğlu’nu, başında Enver’i hatırlatan kırmızı renkli bir Tatar takkesi taşıdığı gerekçesiyle çevresinden uzaklaştırmış ve alenen aşağılamıştır.
Bu, Enver’in adının ne denli geniş çapta yayıldığını gösteriyordu. Burada Enver’in ününün nasıl yayıldığı üzerinde durmayacağız. Ancak halkımızın omuzlarına çöken ağır durumun hafifletilmesini Enver’in ismiyle ilişkilendirdiği bir gerçektir.
Rusya’daki Bolşevik ihtilali… Brest-Litovsk Antlaşması… Türk ordularının Kafkasya’daki varlığı… Bakü’nün kurtarılması… Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmesi… Türkistan’da çapulcu Rus Bolşeviklerinin kanlı diktatörlüğü… Halkımız, “Acaba Türk yardımı gelir mi?”, “Enver Paşa ordu gönderir mi?” diye gözünü Kafkasya’ya dikmişti… Ne yazık ki, Türkiye’nin ani mağlubiyeti ve Türk kuvvetlerinin Kafkasya’dan geri çekilmesi…
Haber alınamayarak gözlerden kaybolan Enver, işte bu dönemde birdenbire Moskova’da ortaya çıkar… Bolşeviklerin sevinci sonsuzdu. Buna karşılık, halkımız derin bir üzüntüye boğulmuştu… 1920 yılı Eylül ayında Bolşevikler tarafından Doğu halklarının kurultayı toplandı. O dönemde Enver, Bolşeviklerin gerçek siyasetini henüz bilmiyordu… Kurultayda konuşma yapan Tasbolat Bek ve Narbota Beklerin sözleri Enver üzerinde derin bir etki bıraktı. 1921 sonbaharında Enver’in Buhara’da olduğunu öğrendik.
Osman Bey liderliğindeki Buhara Halk Cumhuriyeti hükümeti, Enver’in itibarını ve Moskova ile olan ilişkilerini kullanarak Buhara Bolşeviklerinin etkisini geri püskürtmeyi ve Buhara Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına ilişkin bir anlaşmaya Moskova’nın saygı göstermesini sağlamayı amaçladı. Enver, Buhara ile Moskova arasında bir “köprü” olmayı kabul etmişti. Bu konuda, Enver’in Moskova hükümetine gönderdiği ve Rusçadan çevrilmiş olan bildirisi tanıklık etmektedir.
“Bağımsız Buhara aracılığıyla, dostumuz Sovyet Rusya’nın devrimci liderliğiyle birlikte, İslam’ı Britanya emperyalizminden kurtarma görevimizi başarıyla tamamlayabileceğimize inanıyorum. Bu bağlamda, Moskova Halk Komiserleri Konseyi tarafından buraya gönderilmiş ve burada adeta düşman kuvvetleri gibi faaliyet gösteren Kızıl Ordu birliklerinin geri çağrılmasını rica ediyorum.
Kızıl Ordu askerlerinin Buhara’da kalmaya devam etmesi, açlıkla karşı karşıya olan Müslüman halkın son gıda kaynaklarının dahi ellerinden alınmasına ve Sovyet Rusya’ya karşı halk arasında yükselen hoşnutsuzluğun giderek derinleşmesine neden olacaktır. Bölgeden gıda maddeleri ve kıymetli eşyaların dışarıya taşınması derhal durdurulmalıdır. Doğu Buhara’da bir isyan çıkma tehlikesi söz konusudur ve bu isyanın etkisi başka bölgelere de yayılabilir. Buharalı hükûmet temsilcileri, Çeka ajanları ve Rus askerleri tarafından terör ve baskıya maruz kalmakta, bağımsız şekilde faaliyet yürütme imkânından mahrum edilmektedir.
Devrim yanlısı genç Buharalıların da katılımıyla, Moskova’ya karşı olan hoşnutsuzlar kitlesi her geçen gün artmaktadır. Sovyet hükûmeti açısından son derece önemli olan Doğu cephesinde güvenlik tehdidinin artmakta olduğunu bildirmek isterim. Buhara halkına, kendi yaşamlarını özgürce şekillendirme hakkı tam anlamıyla tanınmalıdır. Buhara halkının isteği doğrultusunda, Sovyet hükûmeti ile Buhara Cumhuriyeti arasında önümüzdeki dönemde gerçekleşmesi gereken görüşmelerde Buhara halkını temsil etme sorumluluğunu üstlendiğimi bildiririm. Bu çağrıma en kısa sürede yanıt verilmesini, müzakereleri gerçekleştirmek üzere yetkililerin görevlendirilmesini ve buluşma yeri ile zamanının belirlenmesini talep ediyorum. Kendi adıma, Aralık 1921’de Buhara şehrinde bir görüşme yapılmasını öneriyorum.”
Buna karşılık Sovyet hükümeti Enver’i “Britanya emperyalizminin ajanı” olarak nitelendirdi. Bundan sonra olayların nasıl geliştiği herkesçe malumdur. Bolşevikler Enver’e karşı on binlerce asker topladı. Casusluk ağlarını kurdu. Dahası, Sovyet hükümeti Enver’i ortadan kaldırmak amacıyla Buhara’nın eski emirine gizli müzakereler başlattı. Rus emperyalizminin bir uydusu haline gelmiş Buhara’nın eski emiri, görünüşte Enver’e dostluk gösterisi yaparken, gerçekte onun ardından gizlice iftiralar yaymaktaydı. Zira Buhara’nın eski emiri Seyyid Mir Alim Enver’in şahsında “tehlikeli, inkilapçı genç Türk”ü görmekteydi.
Sovyet Rusyası, devletin tüm yaşamsal unsurlarını eline almıştı. Gıda maddeleri onun denetimindeydi… Enver Paşa ise sadece Türkistan’ın belli başlı bölgeleriyle, o da ancak atlı haberciler aracılığıyla irtibat kurabiliyordu. Ne silah vardı ne de yiyecek… Üstelik, ulusal örgütlerin içinden çıkıp Türkistan’da sosyalist reformları ve sosyalist fikirleri hararetle savunan bazı kimselerin kasıtlı olarak körüklediği tartışmaları ve dedikoduları da buna eklemek gerekir…
Sonunda Enver, Türkistan’ın özgürlüğü yolunda kahramanca şehit düştü.
Onun ölümünden on yıl geçmesine rağmen, Moskova Kızıl Ordusu, işgal etmiş olduğu bu bölgede gerçek bir düşman ordusuna özgü eylemler gerçekleştirmeye devam etmektedir.
Atayurdumuzun özgürlüğüne kavuşacağı gün ne zaman doğacak acaba?
Biz o günün yakında geleceğine hiçbir şüphe duymadan inanıyoruz. O vakit, Enver’in ölümsüz ruhu tüm Türkistan’da zaferle hüküm sürecektir. Onun aziz hatırası Türkistan halkının kalbinde daima yaşayacaktır.
Mustafa Çokay, Yaş Türkistan, 1932, Sayı 33, s. 5-12.