TÜRK TARİHÇİLİĞİ NASIL GELİŞİR?
Buna benzer şekilde yabancı ülkelerin tarihlerini yazmış ve o ülkelerde tekrar tekrar baskısı yapılıp eserleri beğeniyle okunan kaç tarihçimiz var? Yok herhalde, varsa bile, ben bilmiyorum.
Demek ki, tarihçiliğimiz istenen seviyede değil. O zaman tarihçiliğimizi geliştirmek için ne yapmalıyız diye tüm tarihçilerin kendi kendilerine sormaları tabiidir. Özellikle mesleğin gelişmesi için zeki ve çalışkan gençleri tarihçiliğe özendirmenin ve kazandırmanın yollarını da arayan tarihçilerimizin olduğunu biliyorum. Çünkü, bugün, acı bir gerçektir, üniversitelerin tarih bölümlerini tercih eden gençlerimizin, istisnalar dışında, üniversite giriş sınavlarından yüksek puanlar alanlar öğrenciler olduğunu söyleyemeyiz. Diğer bir deyişle, tarihçilik gençlik arasında gözde meslekler arasında değildir. Tarihçilik mesleğine gençleri özendirmek ve Türk tarihçiliğini geliştirmek için ne yapılmalıdır? Elbette bu soruya pek çok cevaplar verilebilir. Bunun için yapılması gerekenler maddeler halinde sıralanabilir. Fakat, bunlar arasında yapılması gereken öncelikli işler nelerdir? diye bir soru daha sorulsa, ne cevap verebiliriz? Bu soruya bu yazıda kendi görüşümüzü aktaracağız. Elbette bizim bu görüşümüze, katılanlar da, katılmayanlar da olacaktır. Eğer katılmayan kendi görüşlerini paylaşırlarsa, bu konuya katkı sağlamış olurlar.
Bana kalırsa, bu hususta atılması gereken önemli ilk adımlardan biri “Tarihçilere sahip çıkılmasıdır”. Çünkü, tarihin bir tanımı da tarihçilerin yaptığı şeydir. Eğer tarihçiler gelişirse, tarih ilmi de gelişir. Fakat, günümüzde maalesef tarihçinin yaşayanına da, yaşamını tamamlamış olanlarına da sahip çıkıldığı söylenemez. Yaşayan tarihçilere sahip çıkılması, sorunlarına çözümler üretilmesi öncelikle hükümetin ve ilgili kurumların görevidir. Bu konuda yetkili kişiler eldeki imkanlarına göre çözüm üretebilirler. İşin o kısmında değilim. Ben bu dünyada vazifesini tamamlamış faniden bakiye irtihal etmiş tarihçilerimize sahip çıkılması üzerine odaklanmak istiyorum. Bu konu herkesten önce biz tarihçilerin elinde. Acaba bizler ne kadar bizden önce Türk tarih ilmine hizmet etmiş tarihçilerimize sahip çıkıyoruz. Bir Kazak atasözü “Ölüler memnun edilmeden, dirilerin işleri rast gitmez” diyor. Belki bugün biz tarihçilere sahip çıkılmaması, biraz da bizim bizden önceki tarihçilerimize, meslektaşlarımıza sahip çıkmamızdan kaynaklanıyor olabilir.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü olarak 15-16 Nisan 2015’te Kazakların Sovyet dönemindeki ilk tarihçisi Ermukhan Bekmakanov’un 100. Doğum yılı vesilesiyle Kazak tarihi ile ilgili uluslararası bir sempozyum düzenliyoruz. Bekmakhanov bu sene 100. yılı münasebetiyle Kazakistan’da da ülke çapında çeşitli bilimsel toplantılar ve etkinliklerle anılıyor. Böyle bir gelenek Türkiye’de de oluşturulabilir.
Mesela, Selçuklu tarihi araştırmalarına ve tarih ilmine yaptığı çalışmalar ile büyük katkılarda bulunmuş Prof. Dr. Osman Turan’ın 2014 yılı doğumunun 100. yılı idi. İnternette bir arama yaptım. Maalesef hiçbir üniversite veya kurumun onun 100. doğum günü dolayısıyla herhangi bir toplantı ve etkinlik düzenlediği bilgisine ulaşamadım. “Türk Milli Kültürü” eseri İslam Öncesi Türk Tarihi konusunda defalarca baskı yapan, bu hususta Türk tarih ilmine paha biçilmez katkıda bulunan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun da 2012 yılı 100. doğum yılı idi. Bu konuda da herhangi bir toplantı bilgisi internete yansımamış. Sadece 2014 yılında vefatının 30. yılı dolayısıyla görev yaptığı İstanbul Üniversitesi ve Türk Ocaklarında anma toplantıları yapıldığını biliyoruz. Oysa Kafesoğlu gibi bir önemli bir tarihçinin sadece görev yaptığı kurumlarda değil, Türkiye çapında çeşitli üniversitelerde ve kurumlarda anılması, eserler ile fikirlerinin tartışılması gerekmez miydi?
Ayrıca, büyük tarihçilerimizi ve başka alanlardaki değerlerimizi vefat günlerinden ziyade doğum yıldönümlerinde anmak daha anlamlı ve maksada uygun olabilir. Büyük şahsiyetlerimizin 75, 80, 90, 100, 110, 150, 200. gibi doğum yıllarında onları anmak ve özellikle yaptıkları çalışmaları mercek altına almak, varsa yapamadıkları veya eksiklerini tespit etmek ve buna göre günümüzün ve gelecek nesil tarihçilerimizin yol haritalarını belirlemek çok yararlı olabilir. Bu toplantılar basına da aksettirilerek tarihçilerimizin meslektaşları dışında halkın da tanımasına zemin hazırlayabilir.
Böyle toplantılar niçin yapılmıyor? Bunun da çeşitli cevapları olabilir. Fakat en önemli sebebi herhalde biz tarihçilerin sadece kendi uzmanlık alanlarımızdaki çalışmalarımıza yoğunlaşmış bulunmamız olsa gerek. Tüm mesaimizi bunlara ayırıyoruz. Oysa, zamanımızın bir kısmını özellikle bizden önceki, bir kısmı hocalarımız da olmuş, tarihçileri ve eserlerini tanıtmaya da ayırmaya gerekmiyor mu?
Eğer bunu yaparsak, tarihçilerin toplumdaki öneminin anlaşılmasına da katkı sağlamış olacağız. Diğer bir deyişle, tarihçilere ve tarih mesleğine öncelikle biz tarihçiler sahip çıkmalıyız. Ancak o zaman tarih ilmine toplumda bir farkındalık oluşabilir ve gençler tarihçi olmaya daha çok istek duymaya başlayabilir. Ülkemizin süper genç beyinleri tıp, hukuk, mühendislik, işletme, kamu yönetimi ve ekonomi gibi mesleklerin yanı sıra tarihçi olmaya da can atmadıkça Türk tarihçiliğinin yüksek düzeylere çıkması nasıl mümkün olacaktır? Bu sebeple, tarihçiler olarak mesleğimize ve meslektaşlarımıza sahip çıkmalı, toplumda tarihi ve tarihçileri tanıtmalı ve hatta sevdirmeliyiz.
Prof. Dr. Abdulvahap Kara